Toplumsal yanardağ harekete geçebilir mi?

Kerem YAVRU

Son yapılan kamuoyu araştırmalarnda, vatandaşa sorulan “sizce Türkiye’nin en önemli sorunu ne?” sorusuna ezici bir çoğunluk “ekonomi” yanıtını veriyor. Bunun böyle olması normal; zira Türk-İş verilerine göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 22.131 TL.’ye, yine dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı ise 72.088 TL.’ye yükselmiş durumda. AKP’nin başardığı bir şey varsa o da halkın büyük bir kısmını yoksullukta eşitlemesidir.

Bir ülkenin gelişmişliği, üretilen maddi değerin nasıl paylaşıldığıyla ilgilidir. Üretilen değer toplum kesimlerine adil bir şekilde dağılmıyorsa, yurtiçi hasılanın devamlı yükseliyor olması, toplumda yeni zenginlerin ortaya çıktığının ve eski zenginlerin daha da zenginleştiğinin göstergesidir. Türkiye 1980 sonrasında milli gelirden alınan pay makasının devamlı açıldığı ve AKP’yle birlikte bu durumun zirve yaptığı bir ülke konumundadır. 

AKP’li yıllarda elbette sadece ekonomik eşitsizlikler artmadı, laiklikten ciddi tavizler verildi mesela. En basit örnek olarak HÜDAPAR gibi açıkça laiklik karşıtı bir partinin şu an mecliste olması verilebilir. Bununla birlikte muhalif basına olan baskı, yargının toplumun üzerinde bir kılıç gibi sallandırılması, Can Atalay kararında olduğu gibi, iktidar partisinin siyaseten benimsemediği bir karar çıktığı zaman yargı kararına uyulmaması, bürokratların soruşturma, atama baskısıyla otokontrole zorlanmaları vs. sosyal – siyasal anlamda yaşanan anomaliye bir çırpıda sayılabilecek örneklerdir. Gelinen nokta itibariyle toplum bu anomaliyi kaldıramamaktadır. Peki hâlâ köprüden önce son çıkış var mı?

Türkiye’yi toplumsal bir yanardağa benzetebiliriz. Son günlerde Ege Denizi’nde yer alan Santorini adasındaki yanardağdan kaynaklı olarak yaşandığı düşünülen depremlerin neticesinde oluşabilecek iki senaryo üzerinde duruluyor: yanaradağın püskürmesi ya da patlaması. İki koşulda da çevreye ve insanlara azımsanmayacak bir etkisi olacağını söyleyebiliriz. “Toplumsal Yanardağ” konumundaki Türkiye’de de Gezi eylemlerini bir patlamaya benzetebiliriz. 81 ilin 80’inde sokağa çıkan milyonlarca vatandaş, baskıcı uygulamalara karşı bir direniş hattı oluşturmuştu. Fakat sonraki süreçte bu toplumsal patlama siyasi aktörler tarafından doğru okunamadığından, bu hareket adeta sönmüş bir yanardağ gibi kaldı. Sokak, siyasetin nasıl yapılması gerektiğini, Gezi sürecinde oluşturulan forumlarla, tartışma platformlarıyla göstermişti aslında. Ancak meclis koridorlarına sıkışan güncel siyaset çareyi sokaktaki havada değil sandığa endeksli bir tutumda buldu. Sonuç olarak; seçim kaybedildi, mevziler düştü, ülkenin yönetim şekli değişti, toplumsal yanardağ söndü, geriye kül bile kalmadı.

Bugün geldiğimiz noktada 2019 ve 2024 yerel seçimlerini yanardağın püskürmesi olarak kodlayabiliriz. Toplumun geniş bir kesimi iktidara karşı tepkisini, sıkıştığı dar alanda, seçim sandığında gösterdi. Aradaki 2023 cumhurbaşkanlığı seçiminde ise yapılan yanlışlar ve seçimin neden kaybedildiği ile ilgili çok tespitler, analizler yapıldı. Elbette bu denli tarihi bir seçimin kaybedilmesinde çok farklı paradigmalar mevcut. Bütün bu paradigmaların tartışılması bu yazının boyutunu aşsa da bir konuya odaklanmakta yarar olduğu kanaatindeyim: aday belirleme süreci.

6’lı Masa diye tarif edilen ve birbirine benzemez, zorlama bir yapılanma olduğu her halinden belli olan oluşum, cumhurbaşkanı adayı belirleme ile ilgili sorulan sorulara; aday belirlemenin işin en kolay kısmı olduğunu, önemli olanın ilkelerde anlaşmak olduğunu söyleyerek, yüzlerce maddelik çalışma metinlerini halkın önüne koyuyordu. Bu metinlerde birçok şey yazmasına rağmen, halkı asıl ilgilendiren konularda ne gibi bir tavır alınacağı ise belirsizdi. Halkın geniş kesiminin duymak istediği; yoksullukla nasıl mücadele edileceği, milli gelirdeki bölüşüm eşitsizliğinin nasıl dengeleneceği, bunca yıldır laiklik ilkesinden verilen tavizlere dur denilip denilmeyeceği gibi, aslında hayati önemde olan sorulara verilecek yanıtlardı. Ancak masanın bir ucunda eski AKP’liler ve onların bagajları vardı. Böyle bir durumda da, toplumun geniş kesiminin beklediği tavır alınamıyordu.

Aday belirlemenin “en kolay ve önemsiz iş” olmadığı, 6’lı Masa’nın adayla ilgili yaptığı ilk toplantıda ortaya çıktı. Toplumsal muhalefetin sandığa indirgendiği bu yapıda, her ne olursa olsun belli bir toplumsal tabanı olan Erdoğan’a karşı kendi toplumsal tabanını, cumhuriyet değerlerinden taviz vermeden karşı tarafa doğru genişletebilecek bir adayın belirlenmesi ve ilan edilmesi önemlidir. Bu, adayın belli olmasıyla, bütün siyasi propagandanın isim üzerinden yürütüleceği anlamına gelmemelidir. Ancak aday netleştikten sonra, enflasyon girdabında boğulan halkın da sürece dahil edilmesiyle, erken seçim gündemi devamlı olarak iktidarı baskılama unsuru olarak kullanılabilecektir. Seçim talebi adayın belirlenmesiyle ete kemiğe bürünmüş olacaktır.

Enflasyon girdabında boğulan halkın sürece dahil edilmesi için miting siyaseti yeterli olmayacaktır. Halihazırda devam eden ve birçoğu başarıya ulaşan işçi eylemlerine destek vermek, çarşılarda, pazarlarda halkla buluşup bu girdaptan çıkış için önerileri somut ve net bir şekilde anlatmak ve özellikle yoksul mahallelerde çalışmalar yürütüp kent yoksulluğunun fotoğrafını çekerek, yoksulluk tiplerine göre geliştirilecek projeleri bizzat yoksulluk çeken kişilerle birlikte dizayn etmek hayati önemdedir. Kitlelerin ideolojik manipülasyona alet olmamaları adına, yoksul mahallelere seçim zamanı siyasi propaganda yapmak amacıyla değil, tez elden, yaşadıkları yoksunlukların kader ya da tesadüf eseri değil, iktidarın tercihlerinden kaynaklandığını anlatmak için gitmek ve gelen taleplere göre de yoksullukla ilgili politikaları interaktif olarak dizayn etmek son derece önemlidir.

Toplumsal yanardağın yeniden harekete geçmesi için muhalefet partisinin adayını belirlemesi, onun ışığında; ayakları yere basan, toplumun ezilen kesimlerinin sorunlarına temas eden, cumhuriyet değerlerinden taviz verilmeyen bir programın inşa edilmesi katalizör etkisi görecektir. Tıpkı Ege’de son günlerde yaşanan depremlerde gördüğümüz gibi, yanardağ yeniden harekete geçtiğinde onu durdurabilmek mümkün olmuyor. Santorini yanardağının hareketinin durmasını dilemekten başka elimizden bir şey gelmiyor, ancak toplumsal yanardağı harekete geçirmek elimizde. Toplumsal yanardağ harekete geçtikten sonra ortaya çıkacak yeni sosyolojik tablo bize ileride yaşanabileceklerle ilgili yol gösterici olacaktır.