Kerem YAVRU
Bu ara malum, herkes turpun büyüğünün nerde olduğunu merak ediyor. Sahi turp nerede?
Herkesin turpu kendine aslında. Herkesin derinlerinde sakladığı bir turp olduğuna eminim. Hadi gelin bugün toplumun derinlerinde sakladığı turplara odaklanalım. Toplumsal turplarımızın tarihçesini çok daha geriye götürebiliriz. Biz yakın tarihe bakalım.
Türkiye Cumhuriyet’i tarihinde üç darbe, bir de darbe girişimi yaşandı. Bu darbelerin ortak özelliği ABD’nin dahliyle yapılmış olmalarıydı. Sonuçları itibariyle farklılık gösterseler de genel anlamda kapitalizmin krizlerine çare üretmek için yapıldıkları söylenebilirdi. Bu noktada özellikle 12 Eylül 1980 darbesine özel bir parantez açmamız yerinde olacaktır. Zira günümüzün ekonomik ve sosyal yapısının temelini 12 Eylül darbesi oluşturmaktadır.
12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbe, aslında 24 Ocak 1980’de alınan bir dizi ekonomik kararın uygulanması amacıyla gerçekleştirilmiştir. Zira bu kararlar Türkiye’nin neoliberal paradigmaya geçişinin manifestosuydu. 1961 anayasasının getirmiş olduğu özgürlük ortamında işçi sınıfı sesini daha gür şekilde çıkarmaya başlamıştı. 1960’ların sonu ve 70’ler solun hem eylemsel hem ideolojik olarak toplumsal tahakküme sahip olduğu yıllardı. Bu tahakkümün neticesinde işçi sınıfı gerek ücretler seviyesinde gerekse de grev hakkı anlamında ciddi kazanımlar elde etmişti. Buna mukabil, sermaye sınıfı da bu süreçte önemli kârlar elde etmişti. 1970’lerin ikinci yarısıyla birlikte dünya kapitalizminin yaşadığı krizler, sistem içinde yeni bir paradigmaya geçilmesi gerektiği sonucunu doğurmuştu. Dünyadaki gelişimine paralel olarak Türkiye kapitalizmi de bu geçişin sağlanması için baskısını artırmıştı. Yeni paradigmada devlet müdahalesi en aza indiriliyor, sermayenin önündeki bütün engeller kaldırılıyor ve küresel anlamda bir sermaye tahakkümü arzulanıyordu. Bizimki gibi bazı ülkelerde de bu tahakküm güce dayalı olarak darbeler yoluyla yapılıyordu. Sözün özü 12 Eylül bir sermaye darbesidir ve solu silindir gibi ezmiştir.
Bahsedilen ekonomik tahakkümün uygulanması için elbette sosyokültürel bazı adımlar da atılacaktı. Yeni ekonomik programa uygun bir toplum yapısı dizayn edilmesi, projenin kalan kısmının hayata geçirilmesiyle ilgiliydi. Yeni toplum yapısı, ezilen sınıfların, sermaye sınıfının çıkarlarını kendi çıkarları gibi algıladığı, en azından sermayenin çıkarlarına itiraz etmediği bir sistem kurulması amacına dayanıyordu. Bunun için de ezilen sınıfların kendini değerli hissedebildiği bir sosyal atmosfer kurulması gerekiyordu. Bunun katalizörü de dinselleşme, toplumun depolitikleşmesi ve lümpenleşme olacaktı. Solun yoksul mahallelerden, fabrikalardan, meydanlardan, akademiden ve siyasetten dışlanmasıyla sermaye için hayata geçirilen senaryo uygulanmaya başlandı. Türkiye 1980’den itibaren yoğun bir toplum mühendisliğine maruz bırakılmıştır.
Neoliberal paradigmaya eklemlenişle birlikte; özelleştirmeler, kamu kurumlarında artan ihaleler, yeni zenginler, sonu gelmeyen yolsuzluklar, IMF’den alınan borçlar, sendikasızlaşan işçi sınıfı, giderek açılan milli gelirden alınan pay makası, bir günde zengin olma hayallerine kapılan kitleler, hortumlanan bankalar ve buna benzer daha birçok hadise hayatımıza girmiş oldu.
Ekonomik tahakküm altında ezilen, siyasal anlamda temsil edilme olanağını kaybetmiş kitlelere kendisini değerli hissetme olanağını ise popülist sağ partiler verecekti. 90’larda DYP, ANAP, RP ve 2000’lerde AKP bu kategoride değerlendirilebilir. İşçi sınıfı kitleleri büyük oranda sağ popülist partilerin oy deposu olmuştur. Bunda elbette sosyalist solun paramparça edilmesi ve sosyal demokratların da neoliberal paradigmayı bir ön kabulle sorgulamaması etkili olmuştur. Yoksul kitlelere ekonomik yönden ulaşma isteği olmayınca, sosyal demokratların oy tabanı, ekonomik açıdan daha iyi konumdaki, yaşam tarzı olarak seküler bir çizgide olan kişilere doğru daraldı.
Bunlar Türkiye’nin AKP’li yıllara gelmesinde etkili olan heybedeki turplardı. 22 yıllık AKP iktidarının belki de en enteresan günlerini yaşıyoruz. Yoğun enflasyon altında ezilen halkın üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi ilk kez rıza üretimini sağlama konusunda bu kadar zorlanıyor. Özellikle büyük kentlerde yaşam mücadelesi veren kitlelerin son seçimlerdeki tutumu AKP’nin hegemonya tahsis etme stratejilerinde bir gerileme olduğunu bizlere gösterdi. Hatta yerel seçimlerde Anadolu’nun birçok yerinde, belki ana muhalefet partisinin bile beklemediği bir şekilde iktidar bloğundan oy kayıpları yaşandı. Peki yerel seçimde halkın verdiği bu mesaj siyasi aktörler tarafından doğru bir şekilde alındı mı? Son siyasi gelişmeler alınmadığını net olarak ortaya koyuyor.
Muhalif cenah şunu net olarak idrak etmeli ki halk kitlelerinin özne olmadığı hiçbir koşulda iktidarı sarsmak, seçime götürmek vs. mümkün değildir. Halk kitlelerinin sürece dahil edilmesi için de belli başlı grupların katalizör görevi görmesi gerekiyor. Zira boş tencere kendiliğinden iktidar götürmüyor, tencereyi boşaltana, doğru yerde doğru tepkiyi vermek gerekiyor.
Ana muhalefete sol taraftan bakarsak, AKP iktidarının devamına neden olan çok fazla olay görürüz. Gezi zamanı halk istim üstündeyken sine-i millete dönmeyi düşünmeme, sağa açılım yapma stratejisi altında, yapmadığı şeylerin bile sorumluluğunu alıp cumhuriyetten, laiklikten devamlı tavizler verme, işçi eylemlerine, grevlere cılız destekler verme dışında ilgi göstermeme, yerel seçimleri kazandıktan sonra, iktidarın üstünde seçim baskısı oluşturmak yerine yumuşama siyasetini tercih etme vs. Muhalefet heybesiyle birlikte duvara doğru çekildikçe, iktidar topuyla tüfeğiyle duvara doğru sıkıştırıyor. Artık duvara son iki – üç adım kalmış durumda. Muhalefet sırtını duvara yaslamak yerine, halka yaslamayı tercih ederse, bu son şansını kullanabilir. Zira halk kitleleri bir hareket beklemektedir. Zamanı ve yeri önceden kararlaştırılmış, bitiminde herkesin evlerine dağıldığı mitingler ve basın açıklamaları toplumda heyecan yaratmamaktadır. Kendiliğinden gelişen ya da bizzat muhalefetin ön ayak olduğu emek eksenli hareketlere dinamik bir biçimde başta ana muhalefet olmak üzere, muhalefetin bütün unsurlarıyla dahil olduğu bir süreci örgütlemek ve toplumun üstündeki ölü toprağını atmak gerekmektedir. O zaman heybelerdeki bütün turplar dökülür ve iktidar rıza üretimini sağlayamadığı bu ortamda, olması gerekene, yani seçime zorlanabilir.
AKP’nin heybesinde delik açıp turplarını dökmenin tek yolu, muhalefetin ezilen halk kitlelerini yanına alıp AKP’nin, 12 Eylül’ün getirdiği neoliberal düzenin bir sonucu olduğu gerçeğini idrak etmesidir. Zira gerçek aydınlanma yoksulluk yenilmeden gerçekleşmeyecektir.