“Yasasızlar”ın dünden bügüne hikâyesi…

Engin BAŞCI

Mevsim kış; Ocak ayının ortalarındayız…

Hava bir soğuk bir ılık, bir kapalı bir açık…

Memleket gibi yani diyeceğim ama dilim varmıyor, parmaklarım klavyeye gitmiyor.

Memlekette hava ayaz mı ayaz… Her günümüz kara kış…

Ama birileri var ki bu ülkede kışı bahara çevirmek için yıllardır mücadele ediyor.

“Yasasızlar”ın Haber-Sen’i kurduğu 16 Ocak 1992 yılından bugüne 33 yıl geçti.

Bu 33 yıl umut dolu bir direnişin öyküsü.

Kurucu genel başkan İsmail Çınar ve arkadaşları kaleme aldıkları aynı adlı kitapta kendilerini “Yasasızlar” olarak tanımlamışlar.

Çünkü Haber-Sen kamu emekçilerine sendikal örgütlenme hakkı tanınmadığı günlerde kuruldu.

Kitapta kendilerini bu şekilde tanımlamışlar ama o günlerde sendikal örgütlenmeye gönül verenler demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarına gönülden bağlı olan insanlardı.

Haber-Sen’in o zamanki adı Tüm Haber-Sen’di.

İki yıl içinde 55 şube ve 40 bin üyeye ulaştı.

40 bin üye ile o yıllarda Türk Telekom’un özelleştirilmesine büyük mitingler ve grevlerle “dur”dediler.

“Yasasızlar”ın büyüttüğü örgütlü mücadeleden çekinen siyasal iktidar Tüm Haber-Sen’i 1995 yılında kapattı.

Ama onlar mücadeleden yılacak, geri çekilecek insanlar değildi. 1996 yılında Haber-Sen adıyla emek ve hak arama mücadelesine devam ettiler.

İnsan hakları ve demokrasi taleplerini emek mücadelesiyle bütünleştirdiler.

Bu mücadele kamu emekçilerinin kurdukları sendikaların yasaya kavuşmasına ve toplu sözleşme hakkı kazanmasına da yol açtı.

Artık yasasız değillerdi.

Ama kimi kurulan memur sendikaları gibi iktidarın borazanı ve payandası da değillerdi.

Her zaman emeğin ve emekçinin temsilcisi oldular, gücü emekten ve emekçiden aldılar.

Ben de 2000 yılında TRT emekçileri ile birlikte katıldım Haber-Sen’e…

Kurucu şube olan 5 No’lu (Beyoğlu) Şube bünyesinde emekli oluncaya kadar 20 yıl aktif mücadele verdim.

Sendikanın kurucu kuşağından İsmail Çınar, Kemal Keleş, Ali Kav, İsmet Seçer, İsmail Özbalçık başkanlarla emek mücadelesinin eylemsel ve düşünsel çeperlerini oluşturduk. Ferdane Dönen ve Solmaz Yıldız bütün kadın emekçi arkadaşlarımızı simgelercesine örülen mücadele hattının en ön saflarındaydılar.

TRT’den arkadaşlarım Osman Köse, Mehmet Demir, Yeşim Elibol, Kemal Aslan, Recep Yaşar, Özlem Berkit, Fikret Terzi, Fikret Sepçi, Fatih Eroğlu, Korhan Rüzgar ve isimlerin sayamadığım (o kadar çoktuk ki bu liste uzar gider) çok sayıda arkadaşım bu eylemsel ve düşünsel çeperlerin mimarlarıydı…

PTT’de birlikte çalıştığım iki isim çok önemliydi. Necati Alaçam ve Bektaş Saltık… Bu 20 yıllık aktif mücadelenin her anında birlikteydik.

Tüm bu isimlerle Türk Telekom, PTT ve TRT’de büyük bir direniş hattı oluşturduk.  RTÜK, şimdiki adıyla İletişim Başkanlığı ve BTK’da emek mücadelesinin sesi olduk. Türk Telekom’un özelleşmesinin uzamasında bu direnişin etkisi vardır diye düşünüyorum.

Bu mücadele yıllarında postacıların üç koldan Ankara Yürüyüşünü ve TRT emekçilerinin İstiklal Caddesi boyunca Taksim’e yürüyüşünü unutamam.

Bir de İstanbul Radyosu binası için yapılan eylemleri…

Tüm bunlar emek mücadelesinin sağlam bir zemine oturması açısından önemli.

Ama emek ve hak arama mücadelesi geçmişten bugüne bugünden geleceğe taşınması gereken bitimsiz bir yürüyüş…

Bu yürüyüşü zorlu kılan ve engellemeye çalışan bir büyük güç de var.

Sermaye ve neo-liberal politikaların temsilcisi iktidarlar.

Bu yıllar içinde TRT de medya sektörüyle birlikte siyasal iktidarın etkisini üzerinde hissetti.

Haber-Sen’in mücadelesi de özerk ve tarafsız bir TRT, demokratik, çoğulcu ve laik bir yayıncılık için oldu.

Bu mücadele bugün de devam ediyor. Ancak TRT son yıllarda tamamen siyasal iktidarın güdümüne girdi, hatta onun bir yayın kuruluşuna dönüştü.

Kurum kimliği yok edildi, şirket zihniyetiyle yönetilmeye başlandı.

Vatandaş da müşteri gibi görüldü. Bunun tipik örneği ücretli ve şifreli program yayınlayan TRT’nin dijital platformu Tabii…

Eskiden TRT Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu yasasının gerektirdiği bir süreçle atanırdı. Herkesin TRT Genel Müdürü olmak için başvuru yapma hakkı vardı. RTÜK bu başvuruları değerlendirip üç ismi hükümete gönderirdi. Hükümet üç kişiden birini seçer onun ismini atanmak üzere Cumhurbaşkanına sunardı. Her şeyden önemlisi TRT Genel Müdürünü kendi istemediği sürece ne RTÜK ne hükümet ne de cumhurbaşkanı kimse görevden alamazdı.

Şimdi öyle değil, Cumhurbaşkanı TRT Genel Müdürü ve yönetim kurulunu bir gecede atayabiliyor, bir gecede görevden alabiliyor. Bu da TRT’yi tamamen iktidara bağımlı hale getiriyor.

Bu durum son yıllarda TRT yayınlarında açıkça görülmekte…

O yüzden Haber-Sen’in TRT’deki mücadelesi ve direnişi son derece değerli ve önemli.

Bu mücadeleye destek olup güç katmak herkesin sorumluluğunda. Çünkü TRT halkın, yani sizlerin paralarıyla yayınlarını sürdürüyor.

Bir başka deyişle TRT sadece AKP’ye oy verenlerin paralarıyla değil, CHP, İYİ Parti, MHP, DEM, TİP, TKP, Sol  Parti yani diğer tüm partilere oy verenlerinde paralarıyla bu yayınları yapıyor.

O yüzden herkesin eşit bir şekilde TRT yayınlarında kendini görmesi ve bulması yasal bir gereklilik ve zorunluluk.

TRT Yasası da bunu söylüyor, ama uyan kim?

İşte asıl mesele de bu; Türkiye hukuk devleti olma özelliğini giderek yitiriyor. “Biz ne yaparsak doğrudur” anlayışına dayalı keyfiyet düzeni hakim kılınmaya çalışılıyor.

Ve bu zihniyet bütün kurumlara yerleştiriliyor.

Kurum dediğiniz devlet… Devlet dediğiniz de siyasal, toplumsal ve kültürel hayatı şekillendiren sistem ya da yapı…

Tam da bu yüzden emek örgütlerinin ve Haber-Sen’in mücadelesi bir gelecek mücadelesi. Bugünü kurtarmanın yanında geleceği inşa etmenin de çabası…

Bu sadece emek örgütlerinin mücadelesi de değil, hepimizin içinde yer alması gereken bir mücadele.

Sorumluluğu paylaşmak, siyasal ve toplumsal hayata katılmak ve hayatımıza sahip çıkmak gerekiyor.

Çünkü hayatımız sadece siyasilerin kararlarına ve ellerine bırakılamayacak kadar değerli…