Engin BAŞCI
Son günlerde yaşananlara bakınca gençlerin geleceklerini neden dışarıda gördüklerini anlıyor insan.
Tepkisini demokratik yollardan göstermek isteyen gençler gözaltına alınıp tutuklanınca söyleyecek fazla bir söz de kalmıyor.
Örneğin şu boykot konusu…
İktidar kanadı boykotu kendine hak görüyor, boykot çağrıları yapıyor… Aynı şeyi iktidarı eleştirenler yapınca bunda art niyet ve suç arıyor.
Kendi ile başkaları arasına mesafe koyuyor. Kendi gibi düşünmeyenleri ötekileştiriyor.
Daha da ötesi bu kesimler sözcüleri ve kalemşörleri tarafından hedef gösteriliyorlar.
İşte ayrımcılık…
İktidarın en tepesinden dillendirilen “Ötekinin olmadığı bir Türkiye” söylemi, böyle bir manzarada hiç de inandırıcı gelmiyor.
Zaten gençler de inanmadığı için itirazlarını demokratik yollardan göstermeye devam ediyor.
İstanbul Üniversitesi’nde başlayan, Saraçhane’de devam eden ve diğer üniversitelere yayılan gösteriler barışçıl olduğu kadar mizah dolu yaratıcı protesto görüntülerine sahne oldu.
Benzerini Gezi protestolarında da görmüştük.
Onlar da gençlere aitti.
Pikachu ve maskeli semazen son gösterilerde protesto sembollerinin en ses getirenleriydi.

Dünyada da yankı yaptı.
Özellikle de Pikachu… Bu sembolü alıp kendi protestolarında kullandılar.
Yaratıcı ve farklı olan düşünce sınır tanımaz.

Olimpiyat madalyalı milli atıcı Yusuf Dikeç’in hareketi gibi…
Ama iktidar sözcüleri Pikachu ve maskeli semazen gibi son derece barışcıl, yaratıcı ve mizah dolu protesto sembollerini de “tasarlanmış emperyalist bir senaryo” olarak yorumladı.
Bu açıklamaları bir düşman yaratarak ve hep aynı şeyi tekrarlayarak kendi kitlesini konsolide etme taktiğinden öte bir şey değil.
Yani propagandif bir tepki…
Ama iktidarın algı operatörleri şunu da düşünmeli:
Bu tarz söylemler ve politikalar iktidarın karşısındaki muhalif kitlede de safları sıklaştırıyor, bir arada tutmanın ötesinde o kitleyi büyütüyor.
Saraçhane protestoları, Maltepe mitingi, boykota olan ilgi ve özellikle de CHP’nin ön seçim sandıklarına Ekrem İmamoğlu için atılan partili partisiz 15 buçuk milyon oy bunun göstergesi.
***
Tüm bu yaşananlara bakınca iktidarın gerçeklikten uzaklaştığını söylemek mümkün.
Ülkeyi yönetim biçiminden kaynaklanan onca sorunu kendi politika ve uygulamalarında aramayıp, muhalefetin özellikle de ana muhalefetin üzerine yıkmak bu uzaklaşmanın neden olduğu bir söylem.
Görünen o ki iktidarın bu söylemi gençlerde karşılık bulmuyor.
İktidar ve sözcüleri genç kuşakların düşünce yapılarını, mizahi dilini ve yaratıcı zekalarını anlayamıyor.
Belki de anlamak işlerine gelmiyor.
O yüzden iktidar partisi AKP sadece gerçeklikten değil, gençlerden, özellikle Z kuşağından da uzaklaşıyor.
Son seçimlerde gençlerin oylarının daha çok muhalefete yönelmesi bunun en açık göstergesi.
Go For ve Konda’nın yaptığı araştırmaya göre 14 Mayıs 2023 seçimlerinde gençlerin yüzde 25’i Recep Tayyip Erdoğan’a, yüzde 65’i Kemal Kılıçdaroğlu’na oy verdi. Geri kalan yüzde 10’luk oy da Sinan Oğan (yüzde 8) ve Muharrem İnce (yüzde 2) arasında paylaşıldı.
***
İktidar kitlelerin ve gençlerin taleplerine gözünü ve kulağını kapatmış durumda.
Duymazlıktan, görmezlikten geliyor.
Gençlerin eğitim sistemine ve üniversite yönetimlerinin uygulamalarına itirazları ve diplomalı işsizlik konusundaki şikayetleri adalet talepleriyle bir araya geldi.
Gelecek kaygılarını gösterilerle dile getirdiler.
Belki o yüzden Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptalini kendi talep ve şikayetlerine yansıttılar, kendi diplomaları üzerinden gelecek kaygılarıyla birleştirerek sembolize ettiler.
Saraçhane’deki tepkilerin gençler arasında dalga dalga yayılması da biriktirdikleri mutsuzluğun alanlardaki görüntüsüydü.
İktidar bu görüntü üstüne, daha önce de başvurduğu baskı ve korku iklimi yaratarak yönetme anlayışını yeniden devreye soktu.
Muhalif eylemlerden ve açıklamalardan suç yaratma ve soruşturmalar yoluyla bunu engelleme yoluna yöneldi.
Bu korkutma ve sindirme yöntemini de iş adamlarından gazetecilere, sanatçılardan fenomenlere kadar popüler isimler üzerinde uygulayarak topluma mesaj vermeye başladı.
İktidara yakın gazete ve televizyonlarda algı operatörlerinin tehditvari yazı ve konuşmaları da bu iklimi besliyor.
Örneğin Yeni Şafak Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapan Aydın Ünal’ın yazısında kulandığı “Yeni duruma alışacaksınız, Anadolu ihtilalini kabulleneceksiniz, milletin ve milli iradenin önünde diz çökeceksiniz. Ya normalleşecek ya da daha da yalnızlaşacak, marjinalleşeceksiniz. Başka yol yok.” ifadeleri bunun tipik göstergesi.
Yazının bütününe baktığınızda da ayrımcı ve ötekileştirici bir dil hakim. Ayrıca nefret ve öç alma duyguları da satırlara yansımış.
Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmadığı, AİHM kararlarının dikkate alınmadığı bir yerde, tutuklamanın peşin cezaya dönüştüğü bir yargı ortamında bu anlayış bir “yönetme stratejisi” olarak kendini gösteriyor.
İktidarın bu stratejisi karşısında ana muhalefet partisi CHP de el yükseltti ve kitleleri de harekete geçiren bir mücadele biçimi başlattı.
Hedefi erken seçim.
Bunu da kitleyi büyüterek ve o kitleyi etkin ve görünür şekilde mücadele alanına katarak iktidarın önüne koyuyor.
Yaratılmak istenen korku ve baskı ortamında cesareti örgütlüyor.
Gençler bu mücadele hattının bazen önünde, bazen yanında, bazen arkasında. Ama hep mücadelenin içinde…
Öyle görünüyor ki gençlerin önemli bir bölümü kaçıp gitmenin bir çözüm olmadığını görmüş.
O yüzden; “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz” sloganı demokratik yollardan itiraz hakkını kullanan, talep eden, hak arayan, geleceğine sahip çıkan, birlikte mücadele ederek geleceği inşa edebileceklerine inanan gençlerin diline çok yakıştı.
Bir de yaratıcılar, bir de mizah dilini iyi kullanıyorlar ve kendilerini çok net ifade ediyorlar.
Kurucu lider, büyük devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk’ün gençlere güvenmesi ve Cumhuriyeti onlara emanet etmesi de boşuna değil.
Gelecek onların.
O gelecekte söz, yetki, karar da onların.
Duymak, görmek, dinlemek gerek…