BENİM ADIM LILITH
Lilith benim adım ve ben kaosuma hayrandım.
Ta ki benden daha büyük bir kıyamet toprağın üstüne çökene kadar…
Buse Gülin
Yüzyıllardır “Cinsiyet” konusu üzerine sayısız tartışmalar büyütüyoruz. “Büyütüyoruz” diyorum çünkü bu problemin varlığını korumaya, çözümünü bulmaktan daha fazla emek verildiğini düşünüyorum. Aşamadığımız, daha doğrusu aşmaya gönlümüzün olmadığı bir takım dinamikler var nedense. Yaşamlarımızı, nereden geldiği belli olmayan bir sürü kural dizisinin içerisine sıkıştırılmış şekilde biçimlendiriyoruz. Bu yüzden günlük hayatın içerisinde her diyalog tonlamadan yoksun ve aslında direkt şekilde samimiyetsiz şekilleniyor. Şu bedenlerimizi bir türlü “eşitliğin” sembolü haline getiremedik. Terazide hep Maskülenlik ağır gelmek zorunda ama neden?
Bir insani bedensel form, diğerinden üstün niteliklerde yaratılmadı. Anatomik olarak konumlandırılmış farklılığımız, günlük hayatın değişken yanlarını yönetmekte bize katkı sağlıyor. Bu noktada, iki tarafta (+) ve (-) kutup değil. Sadece (+) cephede kalarak kazandığımız zaferler inşa ediyoruz. İnatla, kadınlığı yadırgamayı ve “aşağı” olarak konumlandırmayı seçenlerimiz var; hele ki bunu bir kadının yaptığına şahit olduğumda, nabzım fazlasıyla zorlanıyor. Ne zamandır tıbbi farklılığımız sebebiyle bize konan etiketlere müptela olduk ve bunlar için büyük savaşlar veriyoruz? Nereden türüyor, bize savrulan bıçağı kadife bezle temizleyerek saklama ihtiyacı? Yapılan bütün kinayeleri, suiistimalleri bilincimizin kuyularında gizliyoruz ve bunları normalleştirerek, kendi kızlarımıza öğretiyoruz.
“Terbiye”, bedensel farklılığa göre şekillenmiyor. Evrensel ve objektif olan etik değerleri kişisel düşüncelerle bulandıramayız. İradeye sahip çıkma meselesi kişiseldir. Yüksek sesle savunulamayan bireysel düşünceleri, “kolektif bir yaşayış biçimi” olarak topluma sunmak ahlaki değil. Bireysel açıdan, kadın olmanın, hayata herhangi bir eksi nitelik kazandırdığını düşünmüyorum. Herkesin içine doğduğu bedeni sevmesi ve kendi ham varlığıyla gurur duyması gerektiğini yüksek sesle savunuyorum.
Yineliyorum; farklılıklarımızdan hatta aykırılıklarımızdan beslenen bir zihin örüntümüz var. Tabii, sadece bedenselliğe vurmamak gerekiyor bunu. Tuvalde renkler çoğaldıkça, genel portre ışıldar. Net olarak farklı
perspektiflerden manzaraya odaklanmaya ihtiyacımız var. Aslında bu noktada “Çeşitlilik” bir hediyedir. Çok ütopik bir evrende değiliz. “Zıt cinsiyet” kavramının üstünden şekillenen de ekstra bir sürü sınırlamamız var. Bu kusurlu döngünün içerisinde, giyebileceğimiz renklere, bulunabileceğimiz ortamlara, dışarıda gezebileceğimiz saatlere, girebileceğimiz sokaklara hatta yapabileceğimiz mesleklere kadar belirlenmiş çıtalarla doluyuz.
Benim yaşamım, yanımda oturan insana hasar verecek şekilde tanımlanmadı; dolayısıyla yanımda yer alan
kişinin düşünce yapısı da benim hayatım üzerinde yıkıcı olmamalı. Evet, ataerkilliği reddediyorum. Bunu kolektif bir dürtüyle yaptığımı saklayamam. Karşıt cinsiyetin üzerinde kurulacak otoritenin getirdiği gurur duygusuna tepkim fazlasıyla büyük. Kadın ve erkek arasında gelişen bağlarda “sahip- köle” algısına alkış tutan eller var.
Bazılarımız, vicdanlarını evlerinin odalarında rehin tutuyor. Birçok evde hâlâ kızlarını/ kadınlarını tüketen aileler var; daha doğrusu, lügat içerisinde “aile” olarak tanımlanıyorlar. “Otorite” algısının soyu tükenmeli çünkü başından beri insani ilişkilere büyük veba bulaştırıyor. Bu yüzden algının farklı biçimlenmesi için alan yaratmaya ihtiyacımız var. Biliyorum ki zihnin düşünce çapını özgürleştirdikçe, ideolojiler evrimleşir.
Yine de yatay düzlemde, soldan sağa doğru okunan güçlü cümleler kurmaya hayranım. Bu yüzden özneleri büyük bir uyumla konumlandırıyorum: Bugünün kız çocukları, yarının özgür kadınları olmak için doğdular. Bugünün kadınları ise yarına daha güçlü ve daha bağımsız uyanmak için hazırlık yapıyorlar, biliyorum.
Bu metnin finalinde “Kadın daha üstündür” yazmıyor; aksine “Kadın ve Erkek denktir” yazıyorum. Tabii, farklı cinsel eğilimleri olan arkadaşlarımıza alan açarak cümleler yarattığımı eklemeden bitirmek istemiyorum. Her yazımın finalinde sıklıkla ve kasıtlı sergilenen bir tutarlılıkla benzer değerleri tekrar ediyorum: Zıtlıklarımız birbirimizi tamamlamak adına var edildi. Yok etmeyi değil, sevgiyle büyümeyi seçmemiz gerekiyor. Dolayısıyla, tüm cephaneleri votka döküp yakma vaktidir. Bu konuda kesinlikle geri alamayacağımız hamlelere ihtiyacımız var. Herkes silahlarını ateşe vermeli, veremeyen ise toprağa diri diri gömmeli; bilhassa sevginin kazanacağı dünyada, önce gaddarlığın vefatını ilan etmeye ihtiyacımız var.
Fotoğraf: Felicia Feldman, Lilith, 36×48