Kuzeyin Devrimci Oğlu Volkan Konak…

Kuzeyin Devrimci Oğlu Volkan Konak

Kemal Aslan

Kuzeyin delişmen, devrimci bir oğluydu, her koşulda sözünü sakınmadı, korkmadı, kitlelerin önünde fikrini söyledi. Şimdilerde çok eleştirilen türkücüler, şarkıcılar, yönetmenler, yazarlar gibi davranmadı. Haksızlığa, adaletsizliğe, hukuksuzluğa dili, eli, gücü, beyni yettiğince karşı çıktı, bu toprakları tutkuyla sevdi, cumhuriyetin temel değerlerine bağlı ama devrimci mücadele geleneğinin önderlerini de unutmayan bir tavrı vardı. “Kim ne der, ne düşünür” demeden en zor koşullarda politik tavrını ortaya koydu. Kitleleri harekete geçiren, kitlelerle doğrudan bağ kuran içi dışı bir sanatçıydı. İkircikli davranmaya, öfkeli hallerini televizyonda sunduğu programlarda da ortaya koyan, yüreği bu ülkenin insanları için atan Volkan Konak, Türkiye’nin 1980’den bu yana geçirdiği değişim, dönüşüm ve haksızlıklara yüreği dayanamadı. Bir dostumu, bir kardeşimi, aileden birini kaybetmiş gibiyim. Son yıllarda peşi sıra ölümler geliyor. Giderek azaldığımı hissediyorum. Gerçi son dönemde çoğaldığımızı gösteren işaretler var geleceğe umutlu bakmamı sağlayan. Yaşım nedeniyle eksildiğimi daha çok hissetmeye başladım. Yalnız olmadığımı biliyorum ama…

Volkan Konak, benden on iki yaş küçük. 1967 yılında doğmuş. Türkiye’nin çalkantılı yılları… Gençlerin ülkenin sorunlarına sahip çıktığı, işçi sınıfının siyasal ve sendikal alanda örgütlendiği gücünü ortaya koymaya çalıştığı bir dönem. Türkiye’de düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün sınırlarının genişletildiği bir dönem. Gerçi 1961 Anayasası’nın getirdiği nisbi özgürlük ortamı 12 Mart faşizminin yarattığı baskı ortamıyla bu haklar sınırlandı. Onun çocukluğu da bu ortamda geçti. Baskının zulmün arttığı bir döneme çocukluğunda tanık oldu. Ardından 1973 seçimleriyle yeniden özgürlüğü doğru bir adım atıldı. Gençlik dinamizmini o dönemde de gösterdi. Volkan Konak, ergenliğe geçiş döneminde özgürlüğün havasını sokaklarda soludu. Ağabeylerinin ablalarının, işçilerin, köylülerin siyasal tavırlarını gördü. Sömürüsüz bir dünya talepleri kulaklarında beyninde yankılandı. Eşitlik ve dayanışmanın ne olduğunu gördü, bunu içselleştirdi. Sonra üzerinden siyasal etkileri ve sonuçlarını hâlâ yaşadığımız toplumun üzerinden bir silindir gibi geçen 12 Eylül faşizmi geldi. 1980’lerde neoliberalizmin yoksullaştırdığı, yoksunlaştırdığı kesimleri gördü. Bütün bunlar onun sanatçı kimliğinin oluşmasında duruşunda belirleyici oldu.

Bir sanatçı yaşadığı dönemin tarihsel toplumsal koşullarından ayrı değerlendirilemez; tersine bu koşullar onu biçimlendirir. O, sözüyle, gitarıyla, yüreğiyle hep halkının yanında yer aldı. Haksızlıklara, zulümlere, baskılara karşı çıktı.  Sanatçının yerinin mazlumların, mağdurların yanı olduğunun bilincindeydi.

Mektepli sanatçılardan biriydi, mürekkep yalamıştı yani. Üstelik alanında yüksek lisans da yapmıştı. İlk sanatsal çalışmasında yerel kültürüne sahip çıktı ve 1989 yılında  “Suların Horan Yeri” adıyla yerel kültürüne sahip çıktı. Yerelliği inkâr ederek evrenselliğe ulaşılamaz. O, bunun farkındaydı. Ama yerelliğin sınırlılıklarının da farkındaydı. Yeni bir üslup arayışındaydı, bunu da başardı.

Bunun için ulusal kültürün köşe taşları olan ezilenlerin sesi olan Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Yaşar Miraç gibi sanatçıların şiirlerini besteledi, bunları kitlelerle paylaştı. Sadece şiir severlerin bildiği dizeler yüzbinlerin dilinde ses buldu. Karadeniz’in kıvrak, oynak ritmini müziğin evrensel formlarıyla sentezlemeyi başardı. 1994 yılında “Benimle Gelir misin”; 1998 yılında kendi kurduğu Kuzey Müzik Prodüksiyon şirketinden Pedaliza adlı albümünü çıkardı.

O, sadece kendi yöresinin değil Türkiye’nin farklı yörelerinin türkülerini de seslendirdi. Bir anlamda Türkiye’nin sesi olmaya, herkese dokunmaya çalıştı. 2000 yılında “Şimal Rüzgârı”, 2003 yılında “Maranda”, 2006 yılında “Gardaş” adlı çalışmalarını müzikseverlerin beğenisine sundu. Besteci ve söz yazarı olarak önemli izler bıraktı. Çernobil böyle bir eserdi. Bir facianın Karadeniz bölgesinde yarattığı yıkımı etkili bir biçimde dile getirdi.

2009 yılında “Mimoza” albümünü yayınladı. Göklerde Kartal Gibiydim eserinde şu sözlerle seslendi yüreğinde biriktirdiklerini: “Göklerde kartal gibiydim/Kanatlarımdan vuruldum/Mor çiçekli dal gibiydin/Bahar vaktinde kırıldın…

Aynı albümde yer alan “Yarim Yarim” adlı şarkısında bir sevdayı çok incelikli bir biçimde dile getirdi: Bu şarkıda Leyla’sını arayan Mecnun’a, Şirin’e kavuşmak için dağları delmeyi göze alan Ferhat’a göndermede bulundu, aşkın bir yolculuk olduğunun bilinciyle seslendi: ”Sevdan ile düştüm yaban ellere/Dalıp çıktım ateşlere küllere/Giyin demir çarık gel ardım sıra/Dağlara, yollara, çöllere/Diyardan diyara bir yol /Sor beni yârim yârim/Bul beni yârim yârim/Gör beni yârim yârim/Ah beni, beni…

2012 yılında “Lifor” adlı çalışmasını kitlelerle buluşturdu. Bu albümde bozkırın tezenesi büyük halk ozanı Neşet Ertaş’ın eserlerine de yer verdi. O albümde yer alan Aşkın Beni Deli eyledide, aşkın insanı nasıl kavurup yaktığını Neşet Ertaş’ın sözü ve onun yorumuyla şöyle diye getirdi: “Aşkın beni deli eyledi/Yaktı yaktı kül eyledi…

O, bu toprağın insanlarının büyük bir bölümünün sesi, soluğu oldu. Onların özlemlerini taleplerini, arzularını hayallerini dile getirdi. Öfkelerini dile getirmekten çekinmedi. Uzanamadığı yerler oldu, kırgınlıklar yarattı ama kendisi olmaktan da vazgeçmedi. İnsanın yaşadığı ortam habitusu bazen onun zinciri de oluyor. Kırgın olanlar da vardı ona. Bazen empati kurmakta zorlandığımız durumlar olabiliyor. Onun için de bu geçerli oldu. Halkçıydı, milyonların yüreğinde yer aldı. O, şarkılarıyla türküleriyle Kuzeyin hırçın, öfkeli bir çocuğu olarak hep hatırlanacak.