Kos’ta iki gün

Kemal ASLAN

Mahşerin Dört Atlısı olarak Eylül ayında Bodrum’daydık. Özlemlerin evinde 13 gün kaldık. Bu yıl biz daha çok yurtdışı (Yunanistan, Bulgaristan) seyahatlerinde birlikteydik. İlk defa yurt içi seyahatinde bu kadar uzun süre birarada yaşadık. Daha günce 2 günlük kamp deneyimimiz de oldu Uçmakdere’de. Bu başka bir yazının konusu. Bu seyahatler birbirimizi daha yakından tanımamıza da zemin hazırlıyor. Bodrum anıları ve yaşadıklarımızdan çok Kos’a yaptığımız yaklaşık 30 saatlik geziyi anlatacağım.

Bodrum’un merkezinde Yunan Adaları’na turist götüren acenteler var. Biz önce Kos’a oradan da Rodos’a gitmeyi planlamıştık. Ancak, evdeki hesap çarşıya uymadı. Benim atalarımın 1800’lerin ortasından itibaren yaşadığı topraklara girmek mümkün olmadı. Rodos’a gitmeyi erteledik. 19 yaşında Rodos’tan kayıkla iki arkadaşıyla kaçan babamın anlattığı, yaşadığı yerleri görmek bir başka bahara kaldı. Atalarımın mezarları var orada. Bize ait izler. Rodos’un adı geçince içimi bir hüzün kaplıyor. Çünkü ne babaannemi ne de dedemi görmedim. Babaannem 27 yaşında babam iki yaşındayken vefat etmiş. Dedem ise ben 5-6 yaşındayken bu dünyadan ayrılmış. Orada hayatları nasıldı, ne yaparlardı? İnsan ilişkileri, vb. konularda düşünür, dalarım. Babamdan gelen göçmenlik duygusu beni de etkiler.

Kos’a gitmek kolay. Feribotlar sabah 08.00’de kalkıyor. Üstelik bulunduğunuz yerden sizi alan servis hizmeti de sunuyorlar. Tek yönlü gidiş 25 Avro; gidiş-dönüş 40 Avro. Biz bir gece iki gün kalmayı planlıyoruz. İnternet üzerinden kalacağımız otelin bedelini de ödüyoruz. Tek gece için kişi başına bin 750 TL ödüyoruz. Üstelik sabah kahvaltısı da dahil. Türkiye ile kıyaslanınca çok uygun.

Bizi kaldığımız Bağla sitesi girişinden aldılar. Bodrum’un merkezine varmak neredeyse Kos’a gitmek kadar sürdü. Ancak, limandan çıkış yapmak uzun sürdü. Aynı anda birkaç feribot ya da katamaran kalkıyor. Gümrükten geçmek dahil bekleyişimiz 40 dakikadan fazla sürdü. Demek ki Kos’a gitmek isteyen çok fazla. Gümrükten geçmeden önce Freeshop’a -Gümrüksüz Satış Mağazası- şöyle bir uğradık. Ne burada ne de Kos’takinde fazla çeşit yoktu. Ağırlıklı olarak alkol, sigara ve çikolata çeşitleri vardı.  Katamaran planlandığı gibi saat 08.00’de Bodrum’dan hareket etti. Sabah erken kalktığımızdan ben hafif kestirdim.

Gün içinde enerji gerekecek çünkü. Yarım saatte Kos limanına vardık. Burada da giriş yapanların çokluğu nedeniyle bir yoğunluk vardı. Gümrük’ten iki ayrı yerden giriş yapılıyor. Biri Avrupa Birliği ülkeleri vatandaşları için diğeri ise bu kategoride yer almayanları kapsıyor. Sabahın erken saati olmasına rağmen güneşin altında burada da yaklaşık 40 dakika bekledik. Kalacağımız otel’e saat 15.00’ten itibaren giriş yapabileceğimizden önce yakınlarda ne var ne yok diye bakındık. Sabah kahvaltı yapmadığımızdan çay, kahve ve börek yiyebileceğimiz limana yakın denizi gören bir mekânı tercih ettik. Afyonumuz patlamadığından önce kahve sonra da çay içtik. Daha önce gittiğimiz Kavala ve Dedeağaç’ta da yediğimiz Selanik böreğini beğendiğimizden burada da tercih ettik. Özellikle içinde krema ve çilek bulanan Selanik böreğinin tatlı ve hafif tuzlu tadı bizim damak zevkimize uydu. Gerçi bu konuda aramızda en istekli olan Engin’in eşi Hülya’ydı. Ayrıca sade ve çikolatalı kruvasan da yedik. Kişi başı ödediğimiz 10 Avro Türkiye’ye göre daha uygundu. Aslında kahvaltı sayesinde biraz dinlenmiş olduk. Ne derler yolcu yoluna gerek. Navigasyondan kalacağımız Kos Bay Hotel’in yerini bulduk. En az dört kilometre uzaklıkta. Bizim için sabah sporu olacak. Zaten öyle ağır valizlerimiz de yok. İki gün kalacağımızdan sınırlı giysiler aldık yanımıza.

Yol boyunca bizde pek rastlamadığımız balık tutma turları düzenleyen tekneleri gördük. Şimdilik teknelerle açılan yoktu. Tekneler deniz gibi saki, tura çıkacak misafirleri bekliyorlardı.

Sahil boyunca yürüyoruz burada da halkın ücretsiz olarak denize gireceği yerler çoğunlukta. Tesislere ait plajlar olsa da oralarda yeme-içme bedeli ödeyerek denize girebiliyorsunuz. Bu Kos’un neden tercih edildiğini gösteriyor.

Saat 13.00 civarı kalacağımız üç katlı Kos Bay Hotel’e geldik. Odalar hazır olmadığından eşyalarımızı hemen resepsiyona bıraktık. Mayolarımız altımızda olduğundan havlularımızın ve güneş kremlerinin bulunduğu küçük çantalarımızı alıp en yakındaki plaja gittik. Deniz burada daha tuzlu. Ben fazla yüzme bilmediğimden boyuma yakın yerlerde yüzmeyi tercih ettim. Denizin tuzlu suyu insanın bedenine iyi geliyor. İnsan kafasındaki sorunlardan uzaklaşmak için yüzmeyi tercih etmeli öncelikle. Deniz suyunun şifalandırıcı bir etkisi var. Üstelik deniz şansımıza pek dalgalı da değil. Burada şezlong yok, ama olsun havlunuzu serip sere serpe uzanabilirsiniz. Kimsenin kimseye karıştığı yok. Zaten plajda çok insan da yok. Denizden çıktıktan sonra soğuk bir bira içmek hepimize iyi geliyor. Saat 16.00’ya doğru acıkıyoruz. Üstümüzü değiştirip yeniden yaklaşık 3-4 kilometre yürüyüp şehrin merkezine yakın restoranların birinde yemek yemeyi tercih ediyoruz. Yollarda trafik yoğunluğu yok. Yorgo’yu tercih ediyoruz. Sahibi askerliğini Türkiye’de yapmış. İzmir’de şef olarak çalışmış. 74 -75 yaşında. Balık ürünleri oldukça taze. Biz daha önceden alışkın olduğumuzdan şarap soslu midye istiyoruz. Önce yok deniliyor ama diğer garson tamam deyip midye tava getiriyor. Gerekçe olarak da bu dönem midyelerin küçük olduğunu söylüyor. Tam inanmıyoruz ama sonradan doğru söylediğini anlıyoruz. Önce geri göndermek istiyoruz tercihimiz dışında bir yemek servis edildiği için. Sonra “ayıp olmasın” diyerek kabul ediyoruz. Arkadaşlarımızdan çorba içen de oluyor midesini rahatlatmak için. Benim eşim de balık çorbasını tercih ediyor. Burada da susamış olduğumuzdan önce su istiyoruz. Sonra ev yapımı beyaz şarap. Çipurayı tercih eden oluyor. Patates kızartması ve mevsim salatasını da istiyoruz. Ben karides saganaki tercih ediyorum. Tereyağlı, domates soslu. Oldukça doyurucu. Üstelik şarapla iyi gidiyor.  Yemeğimiz yaklaşık bir saat sürüyor. Erken kalkmanın ve gün boyu yürümenin etkisi hafifçe ortaya çıkıyor. Kaldığımız hotele dönmenin zamanı. Sonra gece başlayacak. Kızarmış sarımsak soslu kabak mezesi de oldukça iyi. Özellikle manda yoğurdu tavsiye edilir. Kişi başı yaklaşık 20 Avro (800 TL) verip hotele doğru yürüyoruz. Artık ayaklarımız alışkın. Nereye nasıl gideceğimizi bildiğimizden yolda yabancılık çekmiyoruz.

Odalara eşyalarımızı yerleştirip bir süre dinleniyoruz. Saat 19.00’a geliyor. Gideceğimiz yer taverna ve canlı müzik var. Mekan bölgenin eski, bilinen yerlerinden biri: Sardalles 1961. Saat 20.00’ye doğru mekanda oluyoruz. Daha tümüyle dolu değil. Sonra oturur oturmaz önce ev yapımı litrelik beyaz şarap istiyoruz. Sonra salata, karides saganaki, kabak mezesi, balık ürünleri söylüyoruz. Saat 20.00’de kadın sanatçı ekibiyle birlikte sahnede yerini alıyor. Hiç ara vermeden üstelik sirtaki dâhil, oyun havalarına katılarak dört saat aralıksız sahnede kalıyor. Bizde ise genelde iki saatte bir ara veriyor sanatçı en azından ihtiyaç molası olarak. Müziğin tınıları benziyor. İbrahim Tatlıses’in “mavai mavi masmavi..”, Zülfi Livanelli’nin “Yiğidim aslanım…”, çocukluğumda annemin söylediği “entarisi ala benziyor…”, “Üsküdar’a giderken…”.. Müziğin birleştirici, yakınlaştırıcı özelliğine burada bir kez daha tanık oluyoruz. Bazı şarkıların anıları oluyor. O anılardaki insanları, olayları hatırlıyor insan. Ben çocukluğuma, annemle, babamla yaşadığımız geçmişe dönüyorum bir an. Bir ara “Hopa ninayninay..” diye söylüyor sahnedeki kadın. Biz de sahnede yerimizi alıyoruz. Halay bilenler şanslı. Sirtakiye hemen uyum sağlıyorlar. Zorba’nın müziği çaldığında Kazancakis ve Anthony Quinn’i anımsıyorum. 1970’lerde okumuştum romanı. Filmi de o yıllarda mı izledim? Onu hatırlayamadım. Ben oyun havalarında eşlik ediyorum. Bir ara şarkıcı kadınla oynarken buluyorum kendimi. Söylediklerine Türkçe olarak eşlik ediyorum o gülümsüyor. Sahnede olduğundan pek tanışma, konuşmak fırsatı olmuyor. O yüzden adını da öğrenemiyorum. Acaba slow parça çalacak mı diye içimden geçirirken dileğim birden gerçekleşiyor. Aslında unuttum yazmayı. Bizim gibi şarkılara Türkçe eşlik eden üç-dört masa daha vardı. Gülümseyerek kadeh kaldırarak karşılıklı selamlaşıyoruz. Derken beklenen an geliyor. Ben eşimle dansı açıyorum. Sonrası geliyor. Bu tür yerlerde ilk adımı atmak önemli. Çünkü herkes ilk oynayanı bekliyor. Sonra sahneye balıklama dalınıyor. Burada da öyle oldu. Keyifli bir zamandı. 5 litre şarap içtik 6 kişi. Saat 24.00’e geliyordu. O kadar enerji sarf edince insan yoruluyor. Kişi başı 40 Avro ( Yaklaşık bin 600 TL) ödeyip mekândan kaldığımız hotele doğru yürüyoruz. Sabah 09.30’da kahvaltıda buluşmak üzere odalarımıza gidiyoruz.

Hotelde kahvaltı yaptıktan sonra eşyalarımızı toplayıp yavaş yavaş Kos adasını biraz daha yakından tanımak istiyoruz. Merkeze yakın yerde Osmanlı döneminden kalan bir camiinin restorasyonu sürüyor. Camiinin yanında hamam da var ama açık değil. Kos denilince akla önce Hipokrat geliyor. O, burada uzun yıllar yaşamış yüzyıllardır bilinen dünyaca ünlü bir hekim ve uyguladığı ilaçlarla hastalarını tedavi eden biri.

Adına heykel de dikilmiş. Biz onu daha çok adıyla anılan din, dil, ırk, cinsiyet, siyaset ayrımı yapmadan koşulsuz herkese sağlık hizmeti verilmesini öneren yeminiyle biliyoruz. Hediyelik eşya satan yerlerde farklı dillerde yemin metni var ama Türkçesi yok!. Buraya uğrayan turistler mutlaka onun heykelinin yanında fotoğraf çektiriyor.

Turistik eşyalara bakarken hand pan (çelik davul) çalan biri dikkatimizi çekiyor. Daha önce hiç görmediğim bir müzik aleti. Çelikten aletin farklı yerlerine hafifçe vurarak çok değişik sesler çıkarıyor. Bir tür vurmalı çalgı. Büyülenmiş gibi yaklaşık 20 dakika onu dinliyoruz. Çıkan seslerin ruhu dinlendirici bir yanı var. Boş yere bizde Osmanlı imparatorluğu döneminde ruh hastalıklarını müzikle tedavi etmek için çaba harcamamışlar.

Saat 17.00’de döneceğimizden alış-veriş yapmak için mağazalara bakıyoruz. İndirim yazan mağazaları tercih ediyoruz. Önce aklımızda Türkiye ile fiyat karşılaştırması yapıp daha sonra beğendiklerimizi alıyoruz.

Sonra Kos meydanındaki pazara uğruyoruz. Büyük bir mağaza var. Tatlılardan baharatlara, alkole her şey var. İnsan bu kadar çeşitliliği görünce önce şaşırıyor sonra dürtülerine engel oluyor. İhtiyacı olan birkaç şey alıp çıkıyoruz biz de.

Saat 14.00’de yaklaşıyor. Yeniden Yorgo’nun yerini tercih ediyoruz. Bu kez karşı masada Türkçe konuşan iki kişi var. Selamlaştıktan sonra tanışıyoruz. Biz o sırada şiir üzerine konuştuğumuzdan karşı masada bulunan eski reklam ajansı CEO’su olduğunu öğrendiğimiz kişi de bizim sohbete katılıyor. 6-7 kitaplık şiir dosyası varmış. Yayınlamayı düşünüyor. Yanındaki diğer erkek 1980 darbesi sonrası uzun yıllar Türkiye’den uzakta memleket hasretiyle yaşamış. 1999’da dönmüş yurda. Konu konuyu açınca benzer siyasal çizgiden geldiğimiz ortaya çıkıyor. Bazı tanıdık isimler üzerine konuşuyoruz. Onlar şimdi liberal ve sosyal-demokrat çizgiyi savunuyorlarmış. Masamıza gelen garsonla da konuşuyoruz. O da Tunceli’liymiş. İki yıldır buradaymış. Kaçak gelmiş. Yurtdışına kaçanların durumlarının zor olduğunu anlatıyor. Kendisinin dayısının Kos’ta yaşamasının hayatını daha da kolaylaştırdığını söyledi. Umutlarını, hayallerini geride bırakmış. O, hayatta kalmaya çalışıyor. Ev yapımı iki litre şarap, balık ürünleri yiyoruz. Kişi başı 25 Avro (yaklaşık 1000 TL) ödüyoruz.

Artık geri dönme zamanı yaklaşıyor. Limana doğru yürüyoruz. Dünkü gibi yoğunluk yok. Gümrükten kısa sürede geçip katamarana biniyoruz. Saat 17.30’da Bodrum limanına varıyoruz. Bodrum gümrüğünden de beklemeden geçiyoruz. Yaklaşık 32 saatlik yoğun yolculuğumuz sona eriyor. Yeni yerler ve yeni izlenimlerde buluşmak üzere…