Buse Gülin
İnsani olarak yapabileceğimiz en iyi şey “ötekini” sevmek. Kısıtlı hayatımızda, en zararsız güdüyü
dahi heba ettiğimizi hissediyorum şu sıralar. Sitemim çok kırılgan bir tarafımdan türüyor,
kelimelerimi savurdukça; bu husustaki boşluğun ciddiyeti derinliğini artırıyor. Düşünüyorum, neden
sevemiyoruz ki? Neden birbirimizi bir türlü sevemiyoruz? Oysa ki en eski mitolojinin bile temeli
çeşitliliğin doğuşuna hizmet eder. Herkesin meşhur Babil Kulesi…
Hepimizin hakkında bir sürü şey bildiği, belki de bildiğini düşündüğü Babil Kulesi… Hikayesine girmeye gerek yok, zira fazlasıyla uzun bir karakteristiği var ama mesajı keskin. Genel çerçevede, Tanrı’ya ulaşmaya çalışma üzerine bir cürete sahip olmuş insanlığın inşa ettiği kulenin çöküşünü sert bir dille verir metin. Çoğumuzun hakim olduğu üzere, Tanrı bu amacı bir saygısızlık olarak görür ve aynı dili konuşan bu topluluğu sayısız farklı dili konuşan yaratımlar haline getirir. İşte tam burası çeşitliliğin doğduğu yerdir. Farklı milletlere, kültürlere hatta dillere, Tanrı’nın emriyle hayat verilir.
Yüzlerce yıllık bir efsanenin içerisinde bile yer alan olguyu benimsemekte neden zorluk
çekiyoruz? Günümüzde, birbirimize katlanmak, birbirimizi sevmek, birbirimizin sofrasına, derdine,
mutluluğuna ortak olmak külfet haline geldi. Artık kapı komşumuzu bile çaya davet etmiyoruz.
Neden ? Çeşitlilikten kaçışımız yok. Keza, genetiğimiz denklemsiz bir simetri ile birbirimizden ayrı
yaratıldı. Hücrelerimizin en derininde var olan atomlar bile birbirleriyle uyumlu değil. Çeşitlilik, kabul
etmemiz gereken bir “zorunluluk” aslında. Önce kendimizi, sonra bizde var olanlara farklı açılardan
sahip olanları sevmeyi öğrenmeliyiz.
En eski metinlerden ve kutsal kitaplardan günümüze ulaşan makro tavsiye ” iyi olmak, iyiliği ve
vicdanı hür tutmak” üstünedir. Bizimle birlikte hayat bulan her şeyi ayırmadan sevmekle
yükümlüyüz. Özgürlüğümüz dahi, sevdikçe büyüyebilen bir çapa sahip.
Farklı coğrafyaları, farklı kültürleri, farklı ırkları, farklı sofraları, farklı inanışları, farklı spor
türlerini… Kısaca “Bizden farklı olan her şeyi” sevmeliyiz. Sevmiyorsak da, çok geçmeden sevmeyi
öğrenmeliyiz. Bunu köşeleri önceden çizilmiş, koşullu bir önerme olarak görmemek gerekir çünkü
hepimiz, diğerinin insanlığına kısmi biat içindeyiz. Yineliyorum; her birimiz, bağlı olduğumuz
diğerinin gölgesinde, yukarıya doğru konumlanmış biçimde çiçek açıyoruz. Görünürde hepimizin
omurgası dik ve zihni berrak; üstüne tüm gücümüzle hür ideolojiler inşa ediyoruz. Aslında
denklem basit ve algoritması hep kendi düzenini koruyor. Big Bang’den beridir yamaçlara böyle
yürünüyor, su yolları böyle tutuluyor, yeni şehirler daima böyle kuruluyor… İşin finalinde, hepimiz
arşivlere eklenecek bir etiketiz ama iyi konumlanmalıyız, değil mi?
Birbirimizi sevelim, birbirimiz için varız. Ellerimizle diğerini sımsıkı kavramak için hâlâ geç değil.
Hiçbir kucaklaşma, romantik dönem şiirlerinin içinde hapis kalmadı; hâlâ yaşanabilir şeyler var.
Toplu olarak umutlarımız tırnaklarımızın ucuna dayanmış durumda, biliyorum. Belirsizliğe rağmen
zamana ayak uyduruyoruz. Yine de, her yeni şafak/ her yeni gün batımı bir güçtür ve tanımlanmış
olan tüm dengeleri değiştirebilir. Her birimiz, tüm evrensel tanımların sözlüğünü değiştirebiliriz.
Hayat kısa, kuşlar dahi küstüğünde uçmuyor…
Kuşları gücendirmeyelim.