Kemal ASLAN
20’inci yılın başında doğan Frida Kahlo, trajik yaşamın üstesinden gelmeyi sanatsal yolla kendini ifade ederek aşmaya çalışmış bir sanatçı. Herkesin baş edemeyeceği olaylarla karşılaşmasına rağmen acılarıyla yaralarıyla dimdik yaşamış, bunları kabullenmiş kadın. Frida, 6 yaşındayken geçirdiği çocuk felci nedeniyle yaşıtlarının zorbalığına uğramış biri. Daha küçücük bir yaşta kendini savunmak, ifade etmek durumunda kalmış. Başkasının gözünden nasıl görünmenin, dışlanmanın çocuk zorbalığına maruz kalmanın ne demek olduğunu öğrenmiş. Acılara rağmen yaşama sımsıkı sarılmış, umudunu yitirmemiş. Sanat onun için bir varoluş biçimi olmuş. 18 yaşında genç ve güzel bir kadın olarak geçirdiği trafik kazası da onun yaşamını derinden etkilemiş. Sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkan tramvaya ait demir çubuğun çıkarılması için 32 kez ameliyat olmuş; korseler, hastaneler ve doktorlar arasında geçmiş. Çocuk felci nedeniyle aksayan ayağı 1954 yılında kangren olunca kesilmiş. Hem bedensel hem de psikolojik acılar yaşamış. Yaşadığı trajediler onu kendini renklerle tuval üzerinde ifade etmeye yöneltmiş. Tam 55’i oto portre olmak üzere 143 resim çizmiş. Üstelik siyasal tavrını da örgütlü mücadele içinde yer alarak ortaya koymuş bir entelektüel olarak fırtınalı bir yaşam sürdürmüş.
Onun duygularını sadece renklerle değil, yazılarıyla da ortaya etkili biçimde koyduğunu Kültür Yolu Festivali çerçevesinde İstanbul’da 26 Eylül’de İstiklal caddesinde Grand Pera’da açılan “Frida Kahlo’nun Günlükleri” adlı sergide görmek mümkün. Bu günlüklerde onun iç dünyasına yolculuk ediyorsunuz. Bir kadının hücrelerine kadar bir aşkı nasıl yaşayabileceğin onun satırlarından okuyabiliyorsunuz.
Diego’nun mavi gözlerinden etkilenerek ona nasıl tutkuyla bağlandığını hissedebiliyorsunuz. Arzularının farkında olan bir kadının âşık olduğunda sadece aşık olduğu kişiyi düşündüğünü yazdığı satırlardan anlıyorsunuz. “Sen benim memleketimsin, neşeli zıtlıkların şehri, her zaman sonsuz saklanma yerlerine gebe. Benim şehrim, benim küçük parçam, kalbime, sevgime, aşkıma sahipsin; sende doğdum, sende yaşıyorum ve sende öleceğim!” Özne olan hayatının faili olan bir kadının satırları bunlar.
Aşık bir kadının güvenle bağlandığı bir erkeğe nasıl baktığının ifadesi. Çevresindekilere aldırmadan, kuralları dikkate almadan kendisini ortaya koyuyor. Güçlü tutkuların olduğu yerde gerilimler, çatışmalar yaşanır. Frida ve Diego arasında da yaşanıyor. Diego’nun başka kadınlara yönelmesine rağmen kopamıyor. Her seçimin bir soğuma, uzaklaşma ortamı yarattığı da bir gerçek. Tartışmaların yarattığı ortamı şu satırlar güçlü biçimde ortaya koyuyor: “Üzgün ve yalnız başın eğik yürüyorsun. Seni penceren izliyorum. Balkonumun altından geçtin, bağırdım, haykırdım adını ve sen beni duymadın. Sana dokunmaya çalıştım ama sen kaçtın. Seni aradım ama sen karanlık geceye kaçtın.”
Aralarındaki gerilimli zamanlarda duyduğu özlemle şunları yazıyor günlüğüne Frida: “Sana bu ilişkiyi tehlikeli kılan şeyin ne olduğunu söyleyeyim mi? Senden uzakta, birbirimizden ayrı olma fikri…”
Arzuları nasıl derin ve tutkulu ise arzunun sönümlenmesi de öyle oluyor. İnsanın derinden sevdiğini terk etmesi, ondan uzaklaşması kolay olmuyor. “Sadece sokaklarda yürüdüm ve geceleri acı ağlamanı duydum. Sadece bir günde aşık oldum ve benim olmanı istedim…” Aşk insana farklı duygu halleri yaşatıyor. Öfke, kızgınlık, kırgınlık hatta nefret. O kadar sevilen biri arzunun sönümlenmesiyle nefret duyulan biri haline geliyor. Aldatılmış olmanın kederini kısa öz biçimde günlüğüne şöyle aktarıyor Frida: “Acıdı, o kadar acıdı ki intikam yemini ettim, kristal bir mezarda dinleniyordu, uyuyor gibiydi. Günbatımında güneş sevgilisi aya kavuşmaya gittiğinde. Ufukta ışıkların ve renklerin son parıltılarının görüldüğü güzel manzara.” İçi kanayan, yaralarını sarmayı bilen bir kadının derin bir hüzün içeren bir çığlığı bu kadar etkili bir biçimde dile getirilebilir. Günümüzün yapay ilişkiler dünyasında bunun karşılığı pek olmasa da. Frida Kahlo’nun Günlükleri sergisi onun dünyasına girmenin bir adımı. Onun uzun yıllar yaşadığı Mavi Ev ortamı kimi eserleri de sergide yer alıyor. Üstelik yapay zekâyla Frida’nın üç farklı hali canlandırılmış. Bir kadının sevdiği, sevildiği zaman nasıl güzelleştiğini görüyorsunuz. Son resim ise sevgisizliğin, derin acıların insanın yüzünde nelere yol açtığını gösteriyor. Frida’nın Günlükleri sergisi, bir kadının arzusunun bir erkek tarafından adım adım nasıl yok edildiğini güçlü bir biçimde ortaya koyuyor. Arzu doğduğu gibi sönümleniyor da. Yakın ikili ilişkilerde bu konu hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalı. Çünkü aşk da çift değerli bir duygu; olmadık zamanda nefrete dönebiliyor. Sergide de ifade edildiği gibi “hiçbir şey mutlak değildir. Her şey değişir, her şey hareket eder, her şey döner. Her şey uçup gider.” Üstelik yaşam da kısa. Onca acılara rağmen kırık bir kalbe rağmen aşkın ne kadar derin bir tutku ve bağ içerdiğini göstermiyor mu? “Ama sevgilim, bir daha gelseydim dünyaya yine seni severdim.”