Engin BAŞCI
Değer, sıradan bir kavram değildir.
İçini doldurduğunuzda ve hayata kattığınızda dünya bir başka şekil alır.
O yüzden hayatı değerli kılanlar ona değer katanlardır.
Bu bir insan da olabilir, herhangi bir canlı ya da doğal ve kültürel bir varlık da…
Bunu bilen ve buna göre yaşayan insanlar vardır çevremizde.
Ressam Kemal Çelik bu insanlardan biriydi.
O yaptıklarıyla hem hayata değer kattı, hem de hayatı zenginleştiren varlıkların değerini anlattı.
Tablolarıyla bize yaşanmış ve yaşanması gereken hayatı resmetti.
***
Ben onu Ankara Kalesi’nde tanıdım.
Gazeteciliğimin ilk yıllarıydı.
Ankara’nın en eski evinin haberi için araştırma yapıyordum.
Kale içinde bir sokakta küçük bir resim atölyesi gördüm.
İçinde çok sayıda resim vardı.
Hemen hepsi eski yerleri, eski evleri tasvir ediyordu.
“Neden?” diye sorduğumda, “Bir zaman gelecek bu evler ve bu yerler yok olacak, ben onları resimlerimle geleceğe taşıyorum” dedi.
O sözleri hiç unutmadım.
***
Onun geleceğe taşıdığı pek çok mekan, pek çok yapı artık yok.
Hasankeyf bu yerlerden biri.
Kemal Çelik ile Hasankeyf üzerine çokça konuşmuştuk.
Sonra 3-4 defa gittim Hasankeyf’e…
Her gidişimde de büyülendim.
Ruhunu her sokağında, her yapısında insanlara aktaran bir şehirdi Hasankeyf.
Kaldırımlarında yankılanan ayak seslerinde Hasankeyf’in kalp atışlarını duyuyordunuz sanki…
Fotoğraflarını çektim.
Haberini de yaptım…
Sonra oradaki tarihi eserlerin dev araçlarla taşınmasını televizyon ekranlarından izledim.
İzlerken içim burkuldu.
Sanki bir canlının iç organlarını söküyorlardı.
Artık Hasankeyf eski Hasankeyf değildi.
Uygarlık tarihi içinde ruhunu bulan o şehir sulara gömüldü.
***
Sadece Hasankeyf değil, hayatı anlamlı kılan ve yaşanabilir hale getiren pek çok değer yok ediliyor bugünlerde…
Kazdağları mesela.
Ağaçları kesiyorlar. O eşsiz doğanın ciğerlerini yok ediyorlar.
Zeus seyrediyor mudur bilinmez ama yaşanan yeni bir Truva Savaşı sanki.
Bu kez saldıranlar Akalar değil, doymak bilmeyen aç gözlü sermaye…
Sadece Kazdağları da değil, Anadolu’nun birçok yöresinde maden şirketlerinin neden olduğu doğa katliamları yaşanıyor.
Bu yok oluştan sadece insanlar değil, doğal hayatın özneleri olan hayvanlar da etkileniyor.
Yaban hayatı bir yok oluşu yaşıyor.
***
Her şey birbiriyle bağlantılı aslında.
Parayı ve gücü elinde bulunduranlar egemenlik alanlarını genişletmek ve zamana yaymak için sadece doğal ve kültürel zenginliklere zarar vermiyor, siyasal ve toplumsal hayatta da derin yaralar açıyor.
Göz diktikleri en temel değer ise özgürlük…
Baskı artıyor, özgürlük alanları bir bir daralıyor.
Sivil toplum kuruluşları korku ve baskı ikliminin yarattığı atmosferde sokaklardan çekiliyor, küçük ofislerde cılız etkinliklerle nefes alabiliyor.
Onları güçlü kılacak katılım ise gün geçtikçe azalıyor.
Bir zamanlar alanlara sığmayan işçiler emekçiler o alanlara çıkamıyor.
Çoğu alan da yasaklanıyor zaten.
Basının durumu daha da vahim.
Yazabilen birkaç kalem, konuşabilen birkaç yazar adliye koridorlarını boyluyor.
Gözaltı üzerine gözaltı, dava üzerine dava…
Sadece onlar mı?
Siyaset alanı da baskılanıyor.
Muhalefet partilerinin belediye başkanları, parti liderleri, yöneticileri, sözcüleri hakkında soruşturmalar açılıyor, gözaltına alınıyorlar.
Aralarında tutuklananlar da oluyor.
Bunun son örnekleri Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, Beşiktaş Belediye Başkanı RızaAkpolat ve Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ.
Basın özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü kısıtlanıyor.
Tüm bunlara karşı insanların haklarını arayacağı kurum olan yargının bağımsızlığı da yok ediliyor.
Yargı siyasetin güdümüne giriyor.
Yargı bağımsızlığı konusu yıllardır tartışılıyor, konuşuluyor, reformlar yapılıyor ama değişen bir şey yok.
Yok olan aslında hukuk devleti kavramı.
Yani Anayasa ile tanımlanan bir güvence…
Gelin görün ki Anayasa’da yer alan ve sistemin emniyet supabı olan kimi kurumlar da değersizleştiriliyor.
Örneğin Anayasa Mahkemesi… Hem de yargı kurumları eliyle… Alt mahkemeler yüksek yargı organının kararlarına uymuyor, onları uygulamıyor.
Öyle bir hale geldik ki sadece bu yaşananlar değil, pek çok alanda hayatı değerli kılan kavramların içinin boşaldığına tanık oluyoruz.
En kötüsü bunu yaşıyoruz, görüyoruz ve istemesek de kabulleniyoruz.
Bu bir yok oluş süreci…
***
Ressam Kemal Çelik olsa eminim bunların da resmini yapardı.
Yok doğal, tarihi ve kültürel değerlerin yanında yok edilen değer ve kuralları da resmederdi.
Ama geçtiğimiz yıllarda kaybettik Kemal Çelik’i.
Yeni bir ressam gerek…
Hem yok olan değerleri bize gösterecek hem de onların yeniden hayatımıza katılmasına ön ayak olacak yeni bir ressam.
Aslında bu değerleri ve kuralları yeniden hayatımıza katmak ve geleceğe taşımak için ressam olmaya da gerek yok.
Her birimiz resim yapabiliriz…
Yeter ki bunu isteyelim ve ısrarla talep edelim.
Aksi takdirde yok oluşların ülkesinde yaşayamaya devam edeceğiz.
Buna yaşam denebilirse ve ne kadar yaşanabilirse…