Kerem YAVRU
Yaklaşık 6 aylık bir mücadelenin ardından, Polonez sucuk imalatçısında örgütlü işçiler, önemli kazanımlar elde ettikleri direnişlerini sonlandırdılar. İşçiler neden direnişe başlamışlardı? Düşük ücret ve çalışma koşullarının ağırlığına karşı, örgütlü mücadele yürütmek ve haklarını almak adına Tekgıda-İş sendikasına üye olmuşlar ve sonrasında işten çıkarılmışlardı. Yoğun mücadeleler sonucunda, direniş ülke gündemine geldi ve büyük bir kamuoyu baskısıyla, işveren, fabrikada sendikanın örgütlenmesini kabul etmek zorunda kaldı. Aynı zamanda işten çıkarılan işçiler işe iade edildiği gibi, 6 aylık gelir kayıplarının da işveren tarafından karşılanacağı konusunda da anlaşmaya varıldı.
Buna benzer bir sürece yakın zamanda Fernas Madencilik adlı şirketin işçilerinin verdiği mücadelede de tanık olduk. AKP Batman milletvekili Ferhat Nasıroğlu’na ait bu şirkette de işçiler, Polonez örneğinde olduğu gibi, Bağımsız Maden-İş sendikasına üye oldukları gerekçesiyle işten çıkarılmışlar ve maaş artışı talepleri görmezen gelinmişti. Yaklaşık 2 ay boyunca direnişlerini sürdüren Fernas işçileri de kamuyou desteğiyle birlikte talepleri karşılanarak mücadeleyi sonlandırmışlardı.
Elbette Türkiye işçi sınıfı tarihinde birçok eylem, direniş, grev ve benzeri hak arama eylemleri vardır. Yukarıdaki iki örneğe vurgu yapılmasının sebebi ise çok yakın bir zamanda gerçekleşmiş olmalarıdır. Toplumsal muhalefet anlamında toplumun üstüne adeta ölü toprağı serpilen bu ortamda, işçi sınıfının başarıya ulaştığı bu iki örnek önümüzdeki süreçte muhalefet hattının nereden kurulması gerektiğine dair önemli bir ipucu vermektedir.
Türkiye’de yaşanan yıkımı sadece sosyo kültürel boyutuyla ele almak, meseleye yalnızca tek boyutuyla bakmak anlamına gelecektir. Eğitim, kültür ve siyasi alanlarda iktidar partisinin kendi ideolojik hattını inşa etmek amacıyla giriştiği uygulamalar elbette yadsınamaz. 8 yıllık zorunlu eğitimden vazgeçilip 4+4+4 sistemine geçilerek çocukların İmam Hatip Okullarına yönlendirilmesi, müfredetta devamlı yapılan değişikliklerle laik, bilimsel içeriklerin tırpanlanması ya da kültürel hegemonya tahsisi adına TRT’de neredeyse her sezon yeni diziler (Diriliş Ertuğrul, Kuruluş Osman vs.) yayınlanması ya da sisyasi hegemonya adına yeni bir sermaye grubu oluşturularak, buradan yeni bir medya düzeni yaratılmasını bunlara örnek olarak verebiliriz. Burada kaçırılmaması gereken en önemli husussa şudur: Bütün bu hat inşa edilirken, neoliberal bir perspektifte paralel bir hat da inşa edilmektedir. Yani bütün bu sosyo kültürel geri gidişleri ekonomik eşitsizliklerden ayrı düşünürsek, muhalefet hattı da doğru yerde kurulamayacaktır. Zira gün geçtikçe yoksulluk derinleşmekte, toplumsal sınıfların milli gelirden aldıkları pay makası her geçen gün açılmakta, özellikle büyük kentlerde yaşam, eskinin orta sınıfına dahil insanlar için bile, sadece hayatta kalma mücadelesine dönmektedir. En temel insani ihtiyaçlardan olan tatil bile, çoğu kentli için artık lüks olmuştur. Ücretli çalışan milyonlarca insan ya hiç tatil yapamamakta ya da dört – beş günlüğüne gittiği tatilin ücretini bütün sene ödemektedir. Kredi ve kredi kartı borçları çok ciddi seviyelere ulaşmıştır. Son dönemde kredi musluklarının kısılmasıyla insanlar ya tefecilerden borç almakta ya da sanal bahis gibi yollarla kısa yoldan kendini kurtarma yoluna gitmektedir. Geçmişin “sınıfaltı” diyebileceğimiz kronik yoksulları ise artık açlık seviyesinde bir sefalet yaşamaktadır.
Şunu akıldan çıkarmamak gerekir ki; yoksulluk yenilmeden cehalet yenilemeyecektir. Gelir adaletsizliğinin giderek arttığı, işsizliğin can yakıcı boyutlara ulaştığı bu ortamda sosyokültürel anlamda bir ilerlemeden bahsedilemez. Mücadele hattını örerken, iktidarın sosyokültürel anlamda attığı her adıma ekonomik bir adımın da eşlik ettiği bir an bile unutulmamalıdır. Türkiye’de özellikle paradan para kazanarak inanılması güç hayatlar yaşayan ayrıcalıklı bir zümrenin olduğunu ve bu zümrenin giderek daha fazla para kazanmakta olduğunu devamlı hatırda tutmak gerekmektedir. Bu zümrenin izdüşümü olarak insan onuruna yakışmayan şartlarda yaşam süren ve sadece aldığı sosyal yardımlarla hayatlarını idame ettirmeye çalışan bir zümrenin varlığı da realite olarak karşımızda durmaktadır. Bu zümreye toplumsal bir çıkış yolu gösterilmediğinde de, sefaletten çıkış yolunu illegal yollarda aramakta, toplumsal etik değerleri yok olmakta ve toplumsal çürüme ayyuka çıkmaktadır.
Peki muhalefet hattı nereye örülmelidir? Yazının başında değinildiği gibi, gerçek mücadele emek mücadelesidir. Zira emek mücadelesi, içinde sisteme ve onun temsil ettiği iktidara karşı net bir itiraz barındırmaktadır, gerçektir, hayatın tam kalbindedir. Örgütlülüğün getirilerinin topluma yansıtılması anlamında çok önemli bir yerdedir.
Yakın diyebileceğimiz bir zaman diliminde, 2022 yılında yaşanan kurye eylemleri yeterince siyasi ve toplumsal destek bulamadığından kısa sürede sönümlenmiştir. Halbuki o dönem, enflasyonun en can yakıcı olduğu ve kitlelerin fakirleşmeyi çok sert bir biçimde deneyimledikleri bir dönemdi. Siyaset halkla temas etmediğinden kuryelerin eylemleri sınırlı kalmıştır. Keza, özel okul öğretmenleri, taban maaş ve özlük hakları için 2023 yılında eylemlerini sıklaştırmışlar ve seslerini duyurmaya çalışmışlardır. Ancak kuryeler gibi onlar da kamuyou baskısı yaratacak desteği sisyasilerden ve halktan alamamışlardır.
Mücadele hattı tam da buraya örülmelidir. Sosyoekonomik eşitsizliklerin görünür olduğu somut olaylara, “olay yerinde” destek vererek, yeni bir muhalefet kurgulanmalıdır. Kendini, sistemin yarattığı tahribatın karşısında gören parti, STK, sendika vb. oluşumlar bir arada ve güçlü şekilde, halkın da dahil olduğu eylemliliği hayata geçirmelidir. Yeri ve kalıpları belli, büyük mitinglerdense “yerinde eylemlilik” çok daha efektif olacak ve siyaset kurumunun asıl temsilcisi olması gereken halk kitleleri de özne pozisyonuna geçebilecektir.