Tüketimden Gelen Gücün Kullanılması: “Ekonomik Boykot”…

Tüketimden Gelen Gücün Kullanılması: “Ekonomik Boykot”

Kemal Aslan

Türkiye’de yeni bir sürecin eşiğindeyiz. Yeniliği ortaya çıkaran ise toplumsal muhalefet temelinde üretimden gelen güç yerine tüketimden gelen güç, siyasal iktidarı destekleyen şirket ve kurumlar ilk defa hedef alması. Daha önce 1960-2000’li yıllar arasında örgütlü işçi sınıfının üretimden gelen gücü kullanılıyordu. 1970’lerde işçi sınıfı demokrasi mücadelesinde hak ve özgürlüklerin genişletilmesi, faşist baskılara karşı bu özelliğini ortaya koymuştu. 12 Eylül’ün toplumsal muhalefeti cendere altına alan 1982 Anayasası’na rağmen 1991 yılında da Türk-İş genel grev girişiminde bulunmuştu. İşçi sınıfı mücadele geleneğinde her türlü baskıya rağmen üretimden gelen gücünü zaman zaman kullandı. Ancak, neoliberalizm süreciyle, taşeronlaşma, özelleştirme sonucu örgütlü işçi sınıfının çalışanlar arasında ağırlığı azalmaya başladı.

Bu dönüşüm eylemlerin niteliğinde de kendini gösterdi. İşçi sınıfı demokrasinin sınıf taleplerinin elde edilmesi açısından önemli rolü olduğunun her zaman bilincinde oldu. O nedenle 1970’lerden bu yana “iş, ekmek, özgürlük” en önemli sloganlardan biri. Bir dönem toplumsal değişimin öncüsü olan işçi sınıfı onun örgütleyicisi sınıf bilinci taşıyıcısı partisinde uzun yıllar yoksun olması nedeniyle sınıf tavrını her zaman sürdüremedi. Yasaklar, baskılar altında örgütlenme özgürlüğünden yoksun kalan işçi sınıfı yine de demokrasiden yana tavrını her koşulda ortaya koydu.

Günümüzde artık yeni toplumsal hareketlerle birlikte yeni eylem biçimleri ortaya çıkıyor. Toplumda orta sınıfların oluşması yeni eylem biçimlerinin dinamizmini oluşturmaktadır. Bu dinamizm tüketimden gelen bir güçtür. Bu güç devletlerarası sorunlarda zaman zaman ortaya konulsa da bu kadar kapsamlı bir biçimde hiç gündeme gelmemişti. Daha önce siyasal iktidar medya gruplarını boykot kararı almış ve kendisini destekleyenlere bu yönde çağrıda bulunmuştu.

19 Mart’tan itibaren yaşananlar artık tüketim gücünün yeniden farkına varılmasına yol açtı. Benzer durum geçmişte sınırlı biçimde “yandaşlık” etiketlenmesiyle yürütülüyordu.  Hem dünyada hem de bize yakın coğrafyada: Hırvatistan’da, Sırbistan’da, Karadağ’da Bosna-Hersek’te Kuzey Makedonya’da Slovenya’da Arnavutluk’ta, Romanya’da, Bulgaristan’da Kosova’da, Macaristan’da Yunanistan’da, Çekya’da ve Slovakya’da yapıldı.

“Yok sayılmaya karşı” bireysel düzeyde gösterilen tepkilerin örgütlenmesine dayanan bu boykotun sürükleyicisi ana muhalefet partisi. CHP, “hak, hukuk, adalet” arayışı çerçevesinde siyasetin gündemini de belirleyici bir konuma geldi. Bu, ülkede kutuplaştırıcı siyasetin nerelere kadar ulaşabileceğini de gösteriyor. Artık kutuplaştırma siyaseti onu savunanlara da yarar sağlamıyor. İlk defa tüketimden gelen gücün Türkiye çapında yaygın biçimde bir gün de olsa kullanılması bu gücün farkına varıldığının işaretidir.

Artık, yeni bir dönem başlıyor. İşçi sınıfının gücü azalsa da bu güç sermayenin kısmi erozyonuna yol açabilir. Boykot yapılacak şirket ve ürünler konusunda uygulamaların geliştirilmesi, mobil telefonlara bunların indirilmesi o şirketler açısından gerçekten olumsuz sonuçlara yol açabilir. Orta sınıf temelli tüketim gücü demokrasinin herkes için vazgeçilmez bir rejim olduğu gerçeğinin kabul edilmesi yönünde bir uyanışa belki yol açabilir. Çünkü pazar payını kaybetmek istemeyenler, rekabet üstünlüğünü yitirenler piyasada var olamaz. Tüketiciler bu bilinçle hareket ediyor.

Önümüzdeki günler demokrasi açısından sermaye sınıfının da bir sınavı olduğunu gösterecek. Geçmişte darbelerin yanında yer alan sermaye sınıfının sicili temiz değil. Demokrasi konusunda alanlardan yükselen sese kulak verecekler mi? Yoksa sessizlik sarmalında mı kalacaklar?