Kemal ASLAN
Türkiye’de son 5 gündür toplumsal muhalefet meydanlarda. Asgari müşterekleri seçme ve seçilme hakkının korunması. Ülkücülerden komünistlere, sosyalistlerden muhafazakârlara. Üstelik Yeni İmralı süreciyle başlayan sürece rağmen Kürt siyasi hareketi de bu sürece destek olmaya çalışıyor. Meydanlarda farklı siyasal eğilimdekiler kendiliğinden cumhuriyetin temel değerleri çerçevesinde asgari müştereklerde buluşuyorlar ve demokrasiyi korumak geliştirmek istiyorlar. Aslında meydanlarda toplananlar “Tek Adam” rejiminin getirdiği sonuçlara ve son 10 yıldır yaşananlara tepkililer. Alt ve orta sınıf geleceğini öngöremiyor bu ülkede. Çocukları açısından endişeli. Geleceksizlik herkesi sarmış durumdu. Korku duvarlarıyla oluşturulan umutsuzluk giderek derinleşiyor. Bu ortamda meydanlarda toplananlar yeni bir umudu yaşamak istiyorlar. Yeni bir seçeneği denemek istiyorlar.
Daha önceki dönemlerde rakiplerini sandığa davet eden, sürekli meydan okuyan ses artık öyle güçlü çıkmıyor. Çünkü artık onunla dişe diş mücadele edebilecek bir rakip çıktı ortaya: İmamoğlu. Siyaseten tasfiye etmek yerine 28 Şubat’ta yapılanların benzeri yoluyla hukuku araçsallaştırarak tasfiye etmeye çalışmak siyasi yasaklara karşı olduğunu söyleyen birinin trajedisi, açmazı olsa gerek.
İmamoğlu’na yönelik soruşturmanın çifte kapana dayanması ya terör ya da yolsuzluk suçlaması ne kadar ince hesaplar üzerinden oyunun kurulduğunu gösteriyor. Zamanında mağdur olan şimdi kendisi mağdurlar yaratıyor. Üstelik İmamoğlu’nu bir kahramana dönüştürdü. Artık o, Türkiye’nin geleceğinde belirleyici bir aktör. Üstelik toplumsal muhalefet de artık onu destekliyor. Bu olaylar olmasa ben dahil İmamoğlu’na oy vermeyi düşünmeyenler şimdi tavırlarını değiştirecektir. Bu kadar orantısız bir gücün kullanılması, sembolik yok etme tavrı vicdanı, merhameti olan insanları tepkiye yöneltiyor. Bu sefer tepki farklı örgütsel kesimlerin kendiliğinden bir araya gelmesiyle oluşuyor ve hedef de belli: Cumhurbaşkanlığı seçimleri.
Meydanlarda toplananlar adaletten, hukuktan, liyakatten yanalar. Türkiye’nin normalleşmesini istiyorlar. Çoğulcu bir toplum yapısında tek sesle yönetilmek istemiyorlar.
Artık değişim zamanının geldiğinin işareti bunlar. Çıkarılan krizle borsada şirketlerin değeri 2 trilyon lira kaybetti. Türkiye bir gecede 26 milyar dolar yoksullaştı. İktidarda kalmak uğruna var olan ekonomik krizi derinleştirmek bile göze alınıyor. Hukukun araçsallaştırıldığı bir ülkeye yabancı sermayenin gelmesi, ekonomik programın uygulanması ham hayaldir. Ülke yeniden kaygan bir zemine doğru sürükleniyor. Yoksulluk, hayat pahalılığı insanlara nefes aldırmıyor.
Türkiye’de değişimin, dönüşümün sesi duyulmaya başladı. Baharın gelişi gibi önlenemez bir gerçeklik bu. Nasıl 2002’de Ak Parti’nin gelişi hissediliyorduysa bu da öyle. Yeni bir irade oluşuyor: Bu baskıyla, korkuyla, şiddetle önlemez. Olsa olsa uzatılabilir. Ama o kadar!…