Sensiz bir yıl (2)

Kemal ASLAN

Zekiydin. Öyle olmasan Bilecik Devlet Parasız Yatılı Okulu’nun sınavlarını kazanır mıydın? O günlerinin zor geçtiğini anlatırdın. O zamanlar sınıfın en kısa boylusu senmişsin. Anneni çok severdin benim gibi. Geceleri hıçkırığın duyulmasın diye ağzına yastığı bastırır ağlarmışsın. O günlerde insanlarla uyum sağlamayı, esnek olmayı öğrenmişsin. Ben sana göre şanslıydım, aile ortamından uzak pek yaşamadım. Konfor alanımın dışına TRT’de Diyarbakır’a tayinimle çıktım. Ama ben de çocukluktan beri yemek yapmayı, çamaşır yıkamayı yani tek başına var olmayı bilirdim. Kimseye müdana etmemem belki de bundan. Gerçi yaşlandıkça insan biraz daha değişiyor sanki. Hiçbir şeyin aynı kalmadığı bir dünyada var olan ilişkileri korumaya çalışıyorum. Sen de ben de dostluk ve arkadaşlığın kolay kolay kurulmadığını bilirdik.

Karşındakinin zekasını test etmeyi de severdin. Birbirimize hep takılırdık. Tatlı bir rekabet vardı aramızda. Ben senden önce sinema ve şiirle ilgileniyordum. Ama sen de ilgilendin, yoğunlaştın. Sami Sekeroğlu’nun yanında bir süre çalıştın. Sinematek günlerimiz vardı. Az kesiştik seninle oralarda. Ama oğlunun adını vermene yol açan Dersu Uzala filmini beraber izlemiştik. Ortak gittiğimiz filmler de olurdu. Sen görsel açıdan daha çok değerlendirdin. Ben içerik açısından. Bu bizim alanlarımızı da etkiledi. İkimiz de yönetmen olmak istiyorduk. Ben ajit-prop (Ajitasyon-propaganda) filmlerinde yer aldım. İkimiz de Yeşilçam’da çalışmaya istekli olmadık. Ben Muhabir oldum, sen kameraman. İlgi alanlarımız olanaklar çerçevesinde bizi böyle yönlendirdi. Sen İstanbul’da ben Diyarbakır’da çalıştım. Sonra yollarımız kesişti. Sen yeni evliydin Diyarbakır’a tayinin çıktı. Yaklaşık iki yıl orada birlikte çalıştık. Sonra benim İstanbul’a tayinim çıktı ardından bir yıl sonra da senin. Sen bana göre yeni filmleri izleme konusunda şanslıydın o dönemde. İstanbul Film Festivali yeni başlamıştı, sen film izlemek için yıllık izin kullanırdın. Ben bazen izinli geldiğimde 5-6 film ancak izleyebilirdim.

Filmler üzerine semiyotik açıdan değerlendirmeler yapardık. O zamanlar göstergebilim konusunda üç-beş kitap vardı zaten. İnsanın en büyük yalnızlığı başka biriyle konuşamaması, okuduklarını, izlediklerini yorumlamaması… Bugünlerde en çok bunun eksikliğini yaşıyorum. Gerçi biz Mahşerin Dört Atlısı (Engin, Recep, Özlem ve ben) zaman zaman farklı konuları konuşuyoruz. Ama akademik ortamda bu mümkün değil. En büyük yalnızlık içimizde çölleşmeyi artırıyor.

Son bir yılı anlatırken zihnim yaşadıklarımıza, anılara gidiyor ister istemez. Larissa ve Dersu Silivri’den Antalya’ya yerleştiler. Bunda beklenen İstanbul depreminin etkisi de var. Larissa daha çok Ege ve Akdeniz’i seviyor. Sen anlatmıştın. Dersu bir otel zincirinde çalışıyor. Senin de bildiğin el marifetlerini kullanabildiği yiyecek-içecek sektöründe. Gelecekte çok ünlü bir şef olacağını sen de öngörmüştün. O yolda hızla ilerliyor. Senin ölümünle onun omuzlarındaki yük oldukça arttı. Henüz 20 yaşındayken annesinin de sorumluluğunu üstlendi. Hiç birimizin yaşamadığı bir durum. Orada Yüksel amcası ile görüşüyorlarmış. Halası Nurhan ile de zaman zaman haberleşiyorlarmış.

Sen, bütün babalar gibi Dersu’nun elinin iş tutmasını isterdin. O oldu. Bir de mürüvvetini görmek. Ama o gerçekleşmedi. Hayat kısa bazen. Arzularımızı, hayallerimizi her zaman gerçekleştiremiyoruz. Benim çocuklarım da evlenmedi daha. “Herhalde torun görmeden bu dünyadan göç edeceğim” diyorum kendi kendime. Şimdiki gençler bizden farklı… Gerçi biz de 20’li yaşlarda pek evlenmek istemezdik. En çok sen karşıydın. Ama üç kez evlendin. Hayat bizi karşı olduğumuz şeylerle sınıyor.

Sadece bireysel alanda değil toplumsal, siyasal alanda da değişiklikler oldu. Bahçeli, “Öcalan, silahları bırakma talimatı versin gelsin meclis kürsüsünde konuşsun” dedi. Pek aklımıza gelir miydi? Gerçi sen senaryoları severdin sinemacı olduğundan.

Kadın ve çocuk cinayetleri arttı. Yeni doğan bebek ölümleri yaşandı. Zorla fuhuşa sürüklenen çocuk yaşta kızların sayısında artış oldu. Farklı çeteler ortaya çıkartıldı. Bütün bunlar toplumsal çürümenin işaretleri. Asayiş temelinde olaylara yaklaşım arttı ama yeni çözümler ortada yok.

Suriye ve Irak’ta ABD ve İsrail’in desteği ile Kürtlerin egemen olacağı bir devlet oluşumu gündeme geldi.

Ekonomi senin zamanında da istikrarlı değildi. Enflasyon, fiyat artışı ve maaşların düşüklüğü önemli bir sorun olarak devam ediyor. 2025 yılında emeklilerin durumu daha da zorlaşacak ve görece yoksullaşma artacak.

Yaşlandıkça ben de bizden önceki kuşaklara döndüm sanki. Her yaşadığımız gün bir önceki günden daha iyi değil. Umutsuzluğu besleyen koşullar çok. Ama iyimserliğimizi sürdürmek zorundayız. Hele yeni yıl da yaklaşırken umutlu olmalıyız. Umudu besleyecek koşullar olmasa da.