Pencerelerden uçan kuşlar…

Engin BAŞCI

Günlerden yine Pazar, dışarıda soğuk bir hava var…

Mevsimi ya kar bekliyoruz.

Umutlarımız gibi.

Gerçekleşsin istiyoruz.

Bazen oluyor, bazen beklemeye devam ediyoruz.

Beklerken pencereden hayatın akışına bakmak keyifli olabiliyor.

Düşündürüyor da aynı zamanda.

Bakarken zamanın içinde geziniyor, geçmişe göz atıyorsunuz.

Bazı görüntülerde duraksıyor, o hatırlamaları belirginleştirmeye çalışıyorsunuz…

Netsiz olanları başka hatırlamalarla bir araya getirip yeniden yazıyorsunuz…

Bazen dışarıda gördüğünüz bir görüntü belleğinizdeki o netsiz görüntülerle buluşuyor.

Yeni bir hikâyeye dönüşüyor.

Geçmişi bugünle harmanlayıp yeniden yaşıyorsunuz.

Hayatı okumak böyle bir şey olsa gerek.

Bunları düşünürken Alfonso Cuaron’un “Roma” filmi geliyor aklıma.

Filmin beni götürdüğü yerde de böylesi bir hikâye var…

Zaman şaşırtıcıdır…

Bazen çok net ve belirgin bir hale bürünür, bazen silikleşir, bazen de küçük detaylarla size geçmişten izler sunar…

O detaylar geçmişi yeniden yazarken birer alegoriye dönüşür…

Cuaron da filmde kamerasıyla geçmişte geziniyor…

Çocukluk yıllarından onda kalanları bugün de konuşulan evrensel hikâyelerin parçaları olarak sunuyor…

Göz hizasında kullandığı kamerasıyla yatay eksen üzerinde mekanı betimliyor, o mekan içindeki insanlara genel planlarla bakıyor…

Filmin karakterleri aslında hepimizin hayatının içerisinde var olan ve zaman içinde gezinen insanlar.

Her birimizin hayatında farklı isimlerle yaşayan aşina yüzler.

Evin hanımı ve hizmetçi Cleo hiç de yabancı değil.

Zamanın akışı içince yaşadıklarıyla dönemin ruhuna göre farklı rollerle farklı kimliklerle var olan tipler.

Filmde onların dünyasından kadın sorunlarını, sınıfsal ilişkileri, dönemin toplumsal ve siyasal manzarasını da görüyoruz.

Yakın plan çekimleri yok denecek kadar az.

Genel planlar bizi karakterlerin duygu dünyalarında yaşanan gel-git’lerden uzaklaştırıyor ve o dünyalar üzerine bireysel okumalar yapmaya davet ediyor…

Bazı objeleri detay çekimlerle alegoriye dönüştürerek hikâyeyi bizim zihnimizde derinleştiriyor…

Cuaron’un geçmişine bakışı, her birimizin kendi hayatlarımızda deneylediği bir şey.

Mekanlar, yüzler ve eşyalar hayatın doku taşları gibi zamanın içinde yaşıyor…

Bugünü anlamlandırmamıza da pencere açıyor.

Kendi hayatlarımızda açtığımız pencereler o yüzden çok değerli.

Düşüncelerimiz bir kuş misali kanatlanıp o pencerelerden dünyaya açılıyor.

Bu öyle bir yolculuk ki gidilen görülen her yerde hayatın bin bir yüzüyle karşılaşılıyor.

Düşünceler özgürleştikçe gerçekleri örten sihir de çözülüyor.

Önümüzde bir pencere duruyor.

İçeride ve dışarıda da iki hayat.

Kuşların kanatlarına binip uçanlarımız da var.

Pencerelerine perde çekenlerimiz de…