Kemal ASLAN
Günümüzde evden çok çalışma ortamında zamanımız geçiyor. Giderek yalnızlaşma ve yabancılaşma sürecinin etkilerinin gündelik hayatta hissettiğimiz, yaşadığımız düşünüldüğünde insanın kendini bütünlüklü olarak gerçekleştirmesinin koşulları giderek azalmaktadır. Her birey, farklı arayışlarla parçalı da olsa bu bütünlüğü yeniden kurmaya yönelik çaba içindedir. Yaşadıklarıyla, arzu, istek beklentileri ve gerçekler arasında sıkışıp kalan birey, hem kendinin hem yaşamın hem de ilişkilerinin giderek parçalı hale geldiğinin farkındadır. Bu farkındalık her zaman doğrudan olmasa da kendi yaşamındaki parçalanmayı hissederek de ortaya çıkabilmektedir.
Mikro ilişkiler ve makro ilişkiler bütünlüğünün de tümüyle kurulamadığı, gerçekleştirilmesinin nesnel temellerinden giderek uzaklaşıldığı yani insanın insanlaşması ihtimallerinin zayıfladığı bir ortamda bu parçalanma daha derinden yaşanacaktır.
İnsan, sosyal varlık olarak farklı düzeylerde ve ortamlarda bulunmaktadır. Bunların bir kısmı zorunlu –çalışma, görev, vb.- bir kısmı da gönüllü, kendi tercih ettiği –eğlenme, gezme, spor, STK’lar- ortamlarda bulunmaktadır. İnsanın yetenek ve becerilerini kullanabileceği bir toplumsal yapının var olabildiği bir ortamın herkes mümkün olmaması bu yabancılaşma sürecinin temelini oluşturmaktadır. Çoğu insan yetenek ve becerileninin ne olduğunu bilmeden, deneyemeden, kendini sorgulayamadan yaşamaktadır. Wim Wenders’in 2023 yılı yapımı Mükemmel Günler (Perfect Days) filmi tam da bu duruma tersinden işaret etmektedir. Hirayama Tokyo’da genel tuvaletlerin temizliğini büyük bir titizlikle, dünyanın en önemli işini yapar gibi “iş disiplini” çerçevesinde yapar. Oysa o fotoğraf çeker, ilginç müzikler dinler. İnsanlar ile iletişimi iyidir. Ona ilgi gösteren bar işletmecisi bir kadın vardır. Ona rağmen o, derin bir yalnızlık içindedir. Başka bir hayatın mümkün olacağını da düşünmemektedir. Yaşadığı hayat onun beceri ve yeteneklerini ortaya koymasına olanak vermemiştir. O da bunu kabullenmiştir. Neo-liberalizmin dayattığı yeni gerçeklik masalı “yeteneğin varsa, kullanabilirsin, herkese için olanak var, yeter ki aklını kullan” bunları yapamıyorsan seçin suçun” yani insanın hiçsiz(leştiril)mesine, değersizleştirilmesine Wenders, övgü düzüyor. Eşitsizliğin derin yaşandığı bu süreçte Wenders, milyonlarca insanın temel ihtiyaçlarının karşılanmadığı bir sosyo-ekonomik ortamda, “işiniz varsa daha neye gerek var” mesajını veriyor filmde. Oysa her zaman farklı bir dünya ve olasılıklar mümkün. O, Hegel’in “var olan dünya tek gerçek dünyadır” önermesi doğrultusunda mümkünlerin kapısını kapatıyor. Böylece yaşanılan barbarlığa çanak tutuyor. Bu estetik yoluyla yapılan güzellemenin nasıl hegemonyanın parçası haline geldiğini gösteriyor.