Engin BAŞCI
Binlerce yıllık hikâyemiz içinde büyüttüğümüz değerler var.
Kuşaktan kuşağa aktarılan, bugün de var olan değerler…
Hava kadar, su kadar hayati.
Aslında hava da su da bu hikâyeye dahil…
Ne kadar insan yaşıyorsa bu yeryüzünde onlar da bu hikâyenin içinde.
İnsan olmaktan kaynaklanan haklarımız mesela.
Demokrasiyle güvence altına alınmaya çalışılan haklardır bunlar.
Her nerede buna dair ihlaller yaşanıyorsa bu sadece onu yaşayanların sorunu değildir.
Bizimdir de…
Bir diğeri doğadır.
Ağacıyla, suyuyla, toprağıyla doğa…
Ve tabii ki yaban hayatıyla.
Kuşuyla, kurduyla, tilkisiyle, ayısıyla, börtüsüyle böceğiyle…
O yüzden nerede bir göl kuruduysa, nerede bir toprak zehirlendiyse, buzul eridiyse “bana ne” diyemez insan…
Bir kel kaynakla yok olan bir hayattır aslında.
Tıpkı konuşulmayan dillerle yok olan uygarlıklar gibi…
***
Sınır aşan sorunlardır bunlar.
Ona karşı söylenen söz de sınır tanımaz bu yüzden…
Saddam Hüseyin’in Kürtlere kullandığı kimyasal silahlara, Bosna’da yaşanan katliamlara, Doğu Türkistan’da yaşanan baskı ve zulme, İran’daki idamlara sessiz kalınmaz.
O ülkelerin iç işi değildir, olamaz da.
Yaşam hakkı en temel haktır mesela…
Köleliğe karşı verilen mücadeleden beri, Sokrates’in savunmasından, Galileo’nun bildiğini söylemesinden bu yana düşünce ve ifade özgürlüğü mücadelesi insanlığın mücadelesidir.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi yaşam hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, adil yargılanma, barış içinde toplanma ve örgütlenme, doğrudan ya da seçtiği temsilcileri aracılığıyla yönetime katılma gibi temek haklara vurgu yapar; baskı, zulüm, işkence ve kötü muameleyi yasaklar.
Tüm bu hakların ihlali insanlığın sorunu olduğu için Türkiye de pek çok demokratik ülke gibi bu uluslararası sözleşmeleri onaylamıştır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni 1949’da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni de 1954’te imzalamıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin zorunlu yargı yetkisini 1990’da kabul etmiştir. 1987’de ise bireysel başvuru hakkını tanımıştır.
Tüm bunlar Türkiye’nin iç hukukunda da Anayasa ve yasalarla düzenlenmiştir. Tıpkı imza koyan diğer ülkeler gibi.
Çünkü insan hakları söz konusu olunca gerisi teferruattır.
O yüzden bir yerde işkence varsa, baskı, zulüm varsa, kötü muamele varsa, temel insan hakları ihlali varsa buna dünyanın her yerinden itiraz gelir.
Her ülkeden, uluslararası örgütlerden, hatta toplumsal kesimlerden ses yükselir.
Ve bunlar iç işlerine müdahale olarak yorumlanamaz, bu eleştirilere ve uyarılara ket vurulamaz.
***
Doğa da öyle…
Yerküredeki her canlının yaşam alanıdır.
O alanı korumak her canlının yaşam hakkına ve doğal hayata saygının da gereğidir.
Doğaya ve yaban hayatına vurulacak her “hançer” bir şekilde ekolojik döngüyü etkiler.
Kalkınma adına doğaya verilen her zarar zaman içinde geri dönülmez sonuçlara yol açabilir.
Örneğin sera gazı salınımı sınırlanmazsa dünya ısınır, ilkim değişir, mevsimler zamanından sapar, afetler çağı başlar.
Sorunlar sınırları aşar, herkes kendine düşeni yaşar.
Ve ne dijital çağ ne yapay zeka buna çare olur.
O yüzden ülkeler bu konuda da başına buyruk davranamaz.
Dünyadan yükselen her ses, doğanın ve insanlığın sesidir.
***
Türkiye sınır ötesi duyarlılık gerektiren her iki konuda da sorunları olan bir ülke.
Temel hak ve özgürlüklerini kullanmak isteyen insanına ve doğasına hoyratça davranıyor.
Ormanlarını ve dağlarını korumak isteyen çevrecileri, itiraz hakkını ve hak arama yollarını barışçıl gösteri ve toplantılarla sergileyen kitlelerin eylemlerini yasa dışı olarak nitelendirebiliyor.
Onları gözaltına alıp tutuklayabiliyor.
İşin garibi başka ülkelerde yaşanan hak ihlallerine tepki gösteren iktidar çevreleri, benzer uygulamalar konusunda dünyadan yöneltilen eleştirileri Türkiye’nin iç işlerine müdahale olarak nitelendiriyor.
Uluslararası çevre örgütlerinden gelen tepkiler de aynı şekilde değerlendiriliyor.
Hep aynı algı inşası yapılıyor: Dış güçlerin oyunu…
Oysa bu konularda dünya bir büyük aile, sorun da ailenin sorunu…
Ne Türkiye’deki dünyadan ayrı ne dünyadaki Türkiye’den ayrı…
Sözün özü; insan hakları ve doğa herkesin ortak hikâyesi, ortak sözü…
Ve insanlığın bu ortak sözü aslında varoluşun da özü…