İlk Kez Atina’ya Gitmek: Alış-Veriş Zamanı, Son Gece Lezzet Mekânı
(Atina Gezi Notları 6-Son-)
Kemal ASLAN
İş alışkanlığım burada da kendini gösteriyor. Sabah 06’ya doğru uyanıyorum. Ancak arkadaşlardan ses seda çıkmayınca –gerçi onlar 09.00-10.00 arası kalkıyor daha çok- ben yeniden uyudum. Bir baktım saat 11.00’e geliyor. Ama salondan da ses gelmiyor. Demek ki uyuyor daha arkadaşlarım. Atina’yı daha çok yürüyerek gezdiğimizden ve geceleri de geç yattığımızdan benim dışımda uyanan yok. Bugün son günümüz yarın sabah erkenden Türkiye’ye dönüş yapacağız.
Kahvaltımızı yaptıktan sonra 12.00 gibi kaldığımız yerden çıkıyoruz. Yürürken duvar yazıları dikkatimi çekiyor. Grafiti -kamusal alandaki yerlere yapılan resimler ya da yazılan yazılar-burada oldukça yaygın.

Yürürken önünden geçtiğimiz bir büfede çok sayıda gazete ve dergilerin yer aldığını görüyorum. Demek ki bizdeki gibi hâlâ basılı yayınların okuyanı var. Yoksa neden satılmak üzere büfede yer alsın? Büfenin yanında bir tezgâh üzerinde satılmayı bekleyen kitaplar da var. Demek ki dijital kültürün okuma alışkanlıklarını etkileyemediği bir kesim var. Ya da dijital kültürden yararlansa da geleneksel alışkanlıklarını sürdürenler var.

Atina’da şehrin önemli yerlerini büyük ölçüde gezdiğimizden ve son günümüzde önceliğimiz alış-veriş yapmak. Tercihimiz Syntagma Meydanı’na yakın bir alış-veriş merkezi oluyor. Oldukça büyük bir alış-veriş merkezi 6 katlı ama çok sayıda mağaza var. Hepimiz ihtiyaçlarımıza göre farklı yerlere dağılıyoruz. Bir ara kaybolduk sanıyoruz. Yaklaşık bir buçuk saat sonra Hülya ile üçüncü kattaki bir mağazada yollarımız kesişiyor. Onun interneti olduğundan WhatsApp üzerinden haberleşiyoruz.

Benim basın kartım olmasına rağmen ne Türk Telekom’un ne de Turkcell’in bu konudaki hizmetinden yararlanamadım. Bu iki operatörün basın mensupları için yurt dışında geçerli avantajları var. Recep ve Engin’in sahip olduğu bu haktan biz de faydalanıyoruz. Ben çok uğraşmama rağmen Türk Telekom ve Turkcell’in basın tarifesine geçemedim. Müşteri temsilcilerine ulaşamadığım gibi bürokrasilerini de yenemedim.
Eğer Hülya’nın internet kullanma hakkı olmasaydı birbirimizi AVM içinde kaybetmiştik! Bu durumda ya aynı yerleri birlikte gezmemiz gerekecek ya da internet kullanım hakkımız olacak. Bu seyahatte deneyimlediğim bir konu bu oldu. Burada fiyatlar Türkiye’ye göre üç-dört kat daha ucuz olunca önümüzdeki yıl da kullanabileceklerimizi almayı tercih ediyoruz. Ellerimiz kollarımız dolu biçimde çıkıyoruz AVM’den, üç saate yakın zaman geçirmişiz. Yolda bir limon ağacı görüyorum, kimse uzanıp almamış. Bizde olsa yaprakları kalırdı sadece ağacın.

Yolda bir başka mağazaya daha giriyoruz. Girişte insanların oturup sohbet edeceği, bir kafe var. Zeytin ağacı burada da var. Zeytin, Atina’nın, Yunan kültürünün bir sembolü adeta. Baklava satan bir mağazanın önünden geçiyoruz sonra. Karşımıza Maria Callas Müzesi çıkıyor. Müzeye giriş on avro. Basın kartı olanlar ücretsiz girebiliyor. Burası eskiden Maria Callas’ın sahneye çıktığı bir otelmiş. Onun ölümünden sonra sanatçıya duyulan vefa nedeniyle bir müzeye dönüştürülmüş. Sanat ve sanatçıya yeterince değer vermediğimizden bizde böyle bir vefa anlayışı yok! Girişte Maria Callas’ın adını taşıyan hediyelik eşya satışının yapıldığı bir bölüm var. Recep ve Özlem müzeyi ziyaret ediyor. Biz müzenin karşısındaki parkta oturuyoruz.

Mağaza mağaza dolaşmaktan yorulduğumuzdan kısa süreli olsa da soluklanmak iyi geliyor. İçerde Maira Callas’ın görsell ve işitsel olarak performasını yansıtan videolar varmış. Şimdilerde onun hayatını anlatan film vizyonda. Üstelik delicesine âşık olduğu Onasis’i de Haluk Bilginer canlandırıyor. Henüz gitmedim ama mutlaka izleyeceğim filmler arasında. Sanatçıların yaşamındaki travmalar gelgitler hep ilgimi çekmiştir. Onlar da pek memnun değil müzedeki ortamdan. Ama en azından hafızalarında Maria Callas canlandığı için keyifli bir an yaşamışlar. Ben Maria Callas’ın adını Hürriyet Gazetesi’nde onun Onasis ile olan fırtınalı aşkını anlatan haberlerden biliyorum. Ergenliğe yeni adım attığım bir dönemdi. Her aşk, tutku içerdiğinden fırtınalı oluyor. Dinginlik aşkın sevgiye dönüşmesiyle mümkün belki de. Birlikte yaşamayla, birbirini anlamayla, birbirine emek vermeyle, tutkunun yaşanmasıyla… Yaşanmayan tutku gerilim ve çatışmalara yol açıyor.
Gördüğümüz bir markete giriyoruz eve götürmek için bazı şeyler alıyoruz. Bu grubun özelliği gördüğü mağazalara mutlaka uğraması birkaç parça da olsa bir şeyler alması.

Bir restoranın üst katının terasındaki kaktüsler dikkatimi çekiyor. Kaktüsü çok seven bir arkadaşım geliyor aklıma. Doğum gününde ona kaktüs almıştım mutlu olmuştu. İnsanın mutluğunu göstermesi, karşı tarafa da hissettirmesi aslında ne kadar da kolay ama egolar bunu önlüyor. Egosuz sandığınız insanlar bile kimi gergin durumlarda egolarını, statülerini ortaya koyacak davranışlarda bulunuyor. Bundan da bazen rahatsızlık duymuyorlar. Belki kendilerince haklı nedenleri vardır. Ama ben bu tür insanları anlamakta zorlanıyorum. Belki de anlamaktan vazgeçmek gerekiyor. Aydınlanma felsefesi, rasyonalite temelinde her şeyde bir anlam arayışına yöneltti bizi. İnsanın irrasyonel olduğu dikkate alınca davranış ve sözlerde belki de anlam aramaktan vazgeçmek gerekiyor. Bu uzun yıllar hayatı anlam çerçevesinde kavrayan biri için oldukça zor ama yapılması gereken bir durum.
Alış-verişi tamamlamanın rahatlığı ile iki gün önceden Hülya’nın rezervasyon yaptığı Michelin Yıldızı alma statüsünde değerlendirilen bir restorana iki taksiyle gidiyoruz. Şehrin hiç gitmediğimiz bir tarafında Akra Restoran. Onar avro veriyoruz taksilere. Rezervasyonumuz saat 18.00’de olduğundan yarım saat çevreyi dolaşıyoruz. İlginç tavernalar var burada.

Açık mutfak. Her şey gözümüzün önünde yapılıyor. Harıl harıl çalışıyorlar. Yemek kokuları, soslar insanı cezbediyor. Böyle yerlere rezervasyon yapmadan gitmek mümkün değil. Porsiyonlar küçük ama oldukça lezzetli. Örneğin hayatımda hiç horoz yememiştim. Eti sert olduğundan pek tercih edilmez, ama değişik soslarla iyi pişirilmiş. Yerken horoz eti bile olduğunu anlamadık. Nohutlu içinde birkaç parça olan soslu mürekkep balıklı meze de yemek yazıları yazanların sıkça kullandığı deyimle “damak çatlattı”. Ayrıca, fırından yeni çıkmış taze ekmek kokusu yayılan ekmekleri de oldukça lezzetliydi. Söylediğimiz salata da diğer restoranlardan farklıydı. Garson, söylediklerimizin yeterli olup olmadığını sorunca anladık ki bunlardan ikişer porsiyon söylemeliyiz. Bir de balık istedik: Tuna balığı. Yarım litrelik iki beyaz şarap da istedik. Bu tür yemeklerin yanında şarap olmazsa olmaz. Her şey o anda yapıldığından aralıklı olarak söylediğimiz yemekler geldi. Bu yemek süresinin uzaması ve sohbet imkânı tanıması açısından olumlu. Yemeklerin sunumu estetik bir tarzdaydı. Yaklaşık iki saat kaldık burada. Hepimiz en lezzetli yemekleri burada yediğimiz konusunda hem fikirdik. Üstelik kişi başına 25 avro ödedik. Yani yaklaşık bin lira. Türkiye’de böyle bir yemek için kişi başı en az üç-dört bin lira ödememiz gerekirdi. Michelin Yıldızı alınca fiyatlar biraz daha artar. Ama kalitenin ne olduğuna, bu tür yıldızların boş yere verilmediğine bir defa daha tanık olduk.

Eve döndüğümüzde saat henüz 21.00’e yaklaşmamıştı. İlk defa bu kadar erken saatte eve döndük. Buzdolabımızda kalan içkileri sohbet ederek tükettik. Sabah çok erken kalkacağımızdan ve günün yorgunluğunu yaşadığımızdan ilk defa saat 23.00’te odalarımıza çekildik. Bavullarımızı düzenledik yarın dönüşe hazırız. Dört gece üç gün süren Atina gezimiz bizleri birbirimize daha da bağladı. İnsanlar arasında dostluk ve arkadaşlık bir arada zaman geçirerek güçleniyor. Birbirinizin farklı yönlerini görüyor, kabulleniyorsunuz. Tartışmalarınız azalıyor. Çünkü karşılıklı özen gösteriyorsunuz, birbirinizi merak ediyorsunuz. Birlikte zaman geçirmek için zaman ve zemin hazırlıyorsunuz. Karşılıklı emek veriyorsunuz, dostluk, arkadaşlık böyle güçleniyor. Kendini gizlemek saklamak mümkün değil aynı yerlerde kalınca. Karanlık yanlarınızı da ortaya koyuyorsunuz. Hayatın bir denge olduğunu fark ediyorsunuz. Böyle gezilerle birlikte yaşama kültürünü geliştiriyor insan. Kendini törpülemeyi öğreniyor. Kendisi dışındakilerin ihtiyaç, talep ve beklentilerini de dikkate almayı…
Sözlerle değil eylemle hayat güzelleşiyor. Farklı yerleri gezmek görmek, farklı tatları tatmak ve dostluk bağlarını güçlendirmek, karşılıklı empatiyi güçlendirmek bu tür gezilerin olumlu yanı.
Bir başka gezide buluşmak üzere..
(Son)