Atina’ya ilk kez gitmek (3) Gündüz Akropolis’te, akşam Pire’deyiz…

Gündüz Akropolis’te; Akşam Pire’deyiz: Atina Gezi Notları 3

Kemal ASLAN

Akropolis’te mutlaka uğranması gereken yer: Tanrıça Athena’ya adanmış olan Parthenon
tapınağı. Akropolis’in en yüksek tepesinde yapılmış. Kentin farklı noktalarından görmek
mümkün olabiliyor. Tapınak Perikles döneminde Milattan Önce 447’de yapımına başlanmış.
Beyaz Pentelikon mermerinden yapılan tapınağın inşası, 8 yılda yani Milattan Önce 438 ‘de
tamamlanmış. Eni 30,86 uzunluğu ise 69,51 metre olan Parthenon dikdörtgen plan üzerine
yapılmış. Tapınakta yer alan heykeller ise 6 yıl sonra yerleştirilmiş. İçinde 12 metre
yüksekliğinde Tanrıça Athena’nın heykeli varmış.


Yaklaşık 2 bin 500 yıllık bir tarihi eser; bir anlamda Atina’nın önemli sembollerinden biri.
Atina’da geçen filmlerde mutlaka buraya ait birkaç sahne görmek mümkün.
Parthenon, depremden savaşlardan zarar görmüş. 1687 yılında bir barut deposunun
patlaması nedeniyle tapınağın bir bölümü yıkılmış. Dünya kültür mirası olarak kabul edilen
Parthenon’da Tapınağın Doğu tarafından restorasyonla ilgili çalışmalara 1983 yılında
başlanılmış. O tarihten itibaren çalışmalar tapınağın farklı yerlerinde sürdürülmüş. Biz
uzaktan tapınağa baktığımıza bu çalışmaların sürdürüldüğüne dair izler vardı. Belki içinde
bulunduğumuz mevsim nedeniyle bu çalışmalara ara verilmişti.


Parthenon’un sol tarafında Eski Athena Tapınağı yer alıyor. Bu tapınağın ön yüzünde 6
kadının bu yapıyı taşıdığını sembolize eden heykelleri var. Tapınağın eni 21,43 genişliği ise
43,44 metre. Milattan Önce 525- 500 yılları arasında gerçekleştirilmiş. Yani 25 yılda
tamamlanmış. Bu yapıların meydana gelmesinde binlerce kölenin emeği olduğu
unutulmamalı. Tepelik bir mekâna tonlarca ağırlığındaki mermerlerin büyük ölçüde insan
gücüne dayalı olarak buraya getirildiğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Belki mermerlerin
çıkarıldığı yer de buraya yakındır. Ancak, Yunan uygarlığının matematik başta olmak üzere o
günkü koşullara göre bilimde ileri düzeyde olduğu kabul edilirse dönemin inşaat
teknolojilerinde de yeni uygulamalar yapıldığı varsayılabilir. Sanat tarihçisi ya da inşaat
mühendisi olsam bu sorunun yanıtını daha kolay bilir ve yazardım.
Buraya kadar çıkmak yorucu olduğundan soluklanmak ve şehre tepeden bakmak isteyenler
için mermerden banklar vardı. Biz Engin ile bir kaya oturduk bir süre.

Çarpık Kentleşme
Tepeden Atina’ya bakınca çarpık yapılaşmanın ne kadar da yoğun olduğu görülüyor. Her ne
kadar az sayıda çok katıl binalar olsa da sokakların dar olması şehre bakıldığında daha çok gri rengin öne çıkması bunun kanıtı. Şimdilik gökdelenler yok. Nufusu ortalama 4 milyon olan Atina Yunanistan’a gelen turistlerin uğradığı ilk kentlerinden. Türklerin de ilgisinin yoğun olduğu bir şehir.

Akropolis’i gezerken de Türkçe konuşanların seslerini duyuyoruz. Onlar da
karne tatilini fırsat bilip okullar açılmadan önce buraya gelmişler. Sadece öğrenciler yok,
öğretmenler de var. Dönüşte uçakta yanıma oturan biriyle konuştuğum için biliyorum.
Atina’yı en iyi biçimde panoramik bir biçimde görmek isteyenler mutlaka Akropolis’e
uğramalı. Şehir Akropolis’in etrafında bir daire biçiminde genişlemiş. Yaklaşık bir buçuk saat
kadar sürüyor ziyaretimiz. Epey yorulduk yürüdüğümüzden ancak buraya üç tekerlekli
motosikletler de var, dört kişiyi taşıyabilen. Tarihi mekân bozulmasın diye daha küçük
araçlar çalıştırılıyor burada Adalardaki uygulamanın tersine.


Bu kez daha aşağıdaki tapınakları ziyaret etmek istiyoruz. Geniş bir alanda olduğumuz için
iki saatten fazla sürüyor kapıya ulaşmamız ancak bugün ziyareti tamamlamamız mümkün
değil.
Restoranların bulunduğu yere indiğimizde Atina-Pire arasında çalışan otobüsleri görüyoruz.
Şehir turu da yapılıyormuş. Yol boyunca bu tarihi mekanda mozaik örneklerinin yer aldığı
kalıntılarla karşılaşıyoruz.

Melina Mercouri
Bu tür yerlerde mutlaka sokak sanatçıları da oluyor. Sulu boya manzara resimlerinin yerde
olduğu tabloları görüyoruz. Daha çok evler, deniz ve bazı tanrılar çizilmiş. Yürürken bir
dönemin ünlü sinema oyuncusu, siyasetçi ve Kültür ve Bilimler Bakanlığı da yapmış olan
Melina Mercouri (1920-1994) anısına kurulan vakfın sergi salonlarının bulunduğu binanın
önünden geçiyoruz. Mercouri, 1964 yılında çekilen ve İstanbul’da geçen Topkapı filmiyle
Türkiye’de tanınmıştı. Binanın kapıları kapalı olduğundan içeriye giremedik.


Uzaktan gezmeyi düşündüğümüz tarihi yerlerin demir parmaklıklar içinde olması fotoğraf
çekerken özgür olmanın ne anlama geldiği üzerine kısacık da olsa düşündürttü. Parmaklıklar
arasında olanları da. Özgürlük, mücadele ile kazanılıyor. İnsanlık tarihi de bunu doğruluyor.
Yolda yürürken demir parmaklıkların arkasında önce iki siyah kedi görüyorum. Birden aklıma
Kivi geliyor. Dört gündür ondan uzağım. Olmayacak bir şeyi düşünüyorum: ”Acaba o da
buraya mı geldi?” Demir parmaklıklara biraz daha yakınlaştığımda üçüncü bir siyah kedinin
daha olduğunu görüyorum. Bu siyah kedi yoldan geçenlere de bana da sırtını dönmüş
durumda. Bu tarihi mekânlara kent içinden trenle de ulaşılıyor.


Biz, önce alış-veriş yapmak için outlet mağazasına gitmeyi tercih ediyoruz. Mağaza şehrin
epey uzağında. Yaklaşık iki saat sürüyor alış-verişimiz.

Pire Limanı

Sonra Pire’ye gidiyoruz. Pire ile Atina arası yaklaşık 12 kilometre. Gündüz değil gece gözüyle
göreceğiz Pire’yi. Yaklaşık 10 avro veriyoruz taksiye. Şehri tepeden gören bir balık
restoranına gidiyoruz. Restoranın girişinde restoranın sahibinin anneannesinin Zenith marka
dikiş makinesi var. 1965’te bizim de Zenith marka dikiş makinamız vardı. Annem bize pijama,
don dikerdi. Yırtıkları tamir ederdi. Becerikli, yetenekli bir kadındı annem çoğu kadınların
olduğu gibi.


Daha sonra duvarda ansiklopedilerin de yer aldığı kütüphane görüyorum. İçimden
“kütüphaneli meyhane” diye geçiriyorum. Kitaplara bir süre bakıyorum. Özellikle
ansiklopediler dikkatimi çekiyor, dijital ortamda basılı olanları bulmak çoğu kez mümkün
olmuyor. Bir tez çalışması sırasında ihtiyaç olduğunda bazı maddeler üzerine araştırma
yapmamız gerekmişti bulamamıştık. Ama basılı olan ansiklopedilerde o kavram vardı. Belki
şimdi onlar da dijital ortama aktarılmıştır.
Restoranda bizim dışımızda birkaç kişi daha var. Bulunduğumuz yerden Türk Limanı’nı
(Mikrolimano) görüyoruz. 1924 yılında mübadele sonucu Türkiye’den gelenler buraya
yerleşmiş. O dönemde yaşanan kargaşanın ve karmaşanın hüznünü anlatan Rebetiko
melodileri zihnimde yer alıyor. Kederin insanın içini kavuran bir yanı var.
Fırında levrek ve kırmızı şarap tercihimizdi. Mezeler de damak zevkimize oldukça uygundu.
Yemek sonrası sakız likörü ve limoncello ikram edildi. Hem de küçük iki şişe olarak. Ben
dahil hepimiz bunları ilk defa denemiş olduk.


Yürüyerek etrafı bir kolaçan edelim isteki. Bir parktan geçerken ışıklar içinde bir
ceylan heykeli ile karşılaştık. Liman sessiz ve sakin. Birden buranın yazın nasıl olabileceğini
hayal ediyorum. Müzik seslerinin birbirine karıştığı, tekneden neşeli seslerin yükseldiği dans
edildiği bir ortam kafamda canlanıyor. Gerçi buradaki barlarda pek dans edeni göremedim.
Bizdeki gibi değil. Kadıköy’deki canlılık eğlence ortamı burada yok. Kavala da,
Dedeağaç da öyle değildi.


Yürürken yine bir siyah kediye rastlıyorum. Sanki her şey Kivi’yi hatırlamam için. Yürürken
Pire’nin ünlü takımı Olympiakos’un kulüp binasının önünden geçiyoruz. Ati’nin ünlü takımı
ise Panathinaikos. İkisi arasında bizdeki üç büyükler gibi ezeli bir rekabet var. Artık saat
23.00’ü geçiyor. Gün boyu 18 binden fazla adım atmışız. Yorulduğumuzu hissediyoruz.
Taksiyle eve dönme vakti. 10-15 dakika bekliyoruz. Sonra peş peşe gelen iki taksiyle
kaldığımız yere dönüyoruz. Bu sefer 12 avro ödüyoruz.
Evde dünden kalma bira ve şarap var. Geceyi onlarla noktalıyoruz. Saat 01.00’e doğru
odalarımıza çekiliyoruz. Yatağa uzanınca baldırlarımın ağrıdığını hissediyorum. Yarın da
yoğun geçecek.

(devamı var)