Edibe’nin Bavulu ve hayata yolculuk

Engin BAŞCI

Anadolu’nun tüm renklerine bürünen insanlar vardır. Onların yaşamları bizlerin yaşamlarından da  izler taşır.

Ahmet İlhan son kitabında böyle bir yaşamı bizlerin dağarcığına katıyor.

İlhan’ın, “Edebi Hayatlar Atlası-Edibe’nin Bavulu” ismini verdiği kitabı Edibe’nin ailesinin izlerini sürerken kaleme aldığı yazılardan oluşuyor.

Edibe’nin bavulunda ne varsa bizlerle paylaşıyor.

Burada sözü Ahmet ilhan’a bırakmak gerekir:

Tarihin içinde yürüyen bir kadının izi. Yolun hemen her türlü ritüellerini uzatıyordu bizlere. Babasının ve annesinin coğrafyasından yola çıkarak türlü türlü yaşanmışlıkların bir tür özeti… Ailesinin izlerini bizlere aktarırken de sanki kat kat aynı tadı veren, bulgura hayat veren bir bulgur pilavı pişiriyordu. Her bezede saklı olan tadı, ruhu, samimiyeti ve ufku anlatıyordu. İşte bu ufuk çizgisi, bizim için sürpriz oluyordu. Tarihin içinden verdiği kesitler, bir taşra çocuğunun ufkunda neler yaratır, nelere sahne olur, hangi konulara yelken açar bunu gösteriyordu içtenliğinin tüm boyutlarıyla…

Gelgelelim ailesinin izlerini araştırırken ortaya koyduğu üstün merak, gözlem yapma yeteneği ve araştırma güdüsü Edibe’ye, farklı yolların da coğrafyasına zemin hazırlıyordu… Bizlerde boşuna demiyorduk: Edebi Hayatlar Atlası diye…

Çocukluğundan gençliğine, ortaöğreniminden yüksek okul öğrenimine, çalışma hayatından evliliğine, doktorluğundan resim sanatına, siyasi yaşamının derinliklerinden deneme yazarlığına kadar bir yığın konu ve öykü Edibe’nin yaşamına tanıklık ederken yelkenine ne kadar hüzünlü rüzgâr topladığına da şahit oluyoruz…

İşte bir kent aidiyetini besleyen en temel unsurların başında gelen “çağına tanıklık” da böylesi çalışmaların yazıya dökülmesiyle oluşuyor. Somutluk kazanıyor. Belge haline gelip nefes alıp vermeye başlıyor… Edibe’de yıldızlara göçerken tam da bu sorumluluğun altını çizercesine bizlere bir yığın bilgi, belge ve anılar havuzunda suladığı; çiçekler, bitkiler, otlar ve tınılar bırakıyor…

Bizleri de o konuların sıcaklığına ve samimiyetine davet ediyor…

Böylesi çalışmaları çok önemserim. Küçücük bir yörede olup bitenlerin öyküleri, öylesine zengin ve öylesine kendi içinde bir gerçekliği saklar. Bizler sadece böylesi çalışmalarla bu konulara uzanabiliriz. Bu yüzden de bu fakir zaman zaman dile getirdiği “Evrensellik yerellikten doğar” tezinin günümüze taşınmış halini gösterir tüm çıplaklığıyla…

Hele bu çalışmanın merkezinde duran Karaisalı, Diyarbakır, Hakkâri, İstanbul’un ve Antalya – Kumluca’nın ne denli önemli olduğu da gözler önüne serilir. Bu toprağın mayasında bulunan geniş bir kültür coğrafyası ise; bizlere ruh ve gönül insanlarının ve canlarının ne kadar bereket kattığını gösterir…

Seslere, yüzlere ve sokaklara ait ortaklıklar kuracaksınız. Tanıdık ama hiç sesini duymadığınız insanların, seslerini, yüzlerini ve mekanlarını görecek ve hafıza skalanıza ait ortak anılara yelken açacaksınız…

Edibe’nin bıraktığı yazılarından notlarına, resimlerinden şiirlerine, günlüklerinden bilimsel yazılarına kadar küçük küçük anekdotlarla da yaşamının inceliklerini paylaşırken; kendi geçmişinin ve yol hikâyesinin de sırlarını verir bizlere samimiyetle ve gerçeklikle…

Bendeniz böylesi çalışmaları bazen bir öykü, bazen bir uzun şiir, çoğu zaman da ‘anlatı romanı’ olarak görürüm. Çünkü içindeki insanların öykülerini anlatabilmek ciddi bir araştırmayla gerçekleşebiliyor… Yazılarını okurken, ne kadar sağlam bir düşünce zemini üzerinde kurulu olduğunu gördüm. Yazılar aynı zamanda bir bilgi havuzu oluşturuyor. Parasız Yatılı iken karılıyor hamuru. Edebiyatın ve sanatın hemen her türüne yakınlık kuran o hamur, hamur teknesinde de denemelere, şiirlere, sinema yazılarına, resimlere dönüşüyor… 

Zaman zaman bir resme bakarak, zaman zaman da ‘sözlü tarih araştırması’ yaparak oluşturmuş rüzgarını Edibe. Yani kendi esintisini kendisi üretmiş. Yelkeni de rüzgârı da kendisi olmuş…

Bu dünyayı “müşteri“olarak kabul etmeyen, şehrin aynasındaki insanlara benzemeyen bir öznedir O… Çiçekleri, taşları, deniz fenerlerini, otları, erguvan ağaçlarını ve kartelasına düşürdüğü bir renk deryasından bakar ufkuna…

Betonlardan meydanlara çıkmayan biridir O. Şairin de söylediği gibi:

                “Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak;

                Sen şahane bir okursun.

                Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun…

                Yanlış trenden indin seni şehrin aynasından geçirdiler

Ahmet İlhan’ın Edibe’nin bavulundan çıkarıp kitaba koyduğu “Kırılgan” isimli bir şiir var. Şiir, Murathan Mungan’a ait. Bu şiirin Murathan Mungan’a ait olduğunu Ahmet İlhan sonradan fark ediyor. Çünkü Edibe yazılarındaki bütün alıntıları tırnak içinde ve sahibine atıfta bulunarak kullanmış. Tek bir istisnası var o da bu şiir.

Ahmet İlhan diyor ki;

Sıcakların en sıcak günü… Temmuzların içinden sıyrılıp gelen bir şiir… Okudum mu o şiiri yaşadım mı bilinmez. Ardından bir şiir daha geldi… Bu iki şiirin içinde kayboldum. Elinize aldığınız bu kitap böylelikle gündeme geldi… Yazılan ‘dosya’ yazılarıyla olgunlaştı… Sonrasında da kitap haline geldi…

Şiirin de öyküsünü yazmak lazım. Şöyle ki, Edibe, yazdığı yazıların tümünde, eğer alıntı yapmışsa titizlikle tırnak içine almış ve yazarını da belirtmiş. Ama bu şiir hariç. Bu şiir önüme belki onlarca defa düştü ve hiçbirinde de tırnak içine alınmamıştı… Şiiri kendisinin yazdığını zannettim. Bu zannımı dile getirecek o kadar çok kanıt var ki sormayın… Ben de bu şiirin üstüne öylesine yaslandım ki benden de izler taşıyordu…

Burada da sözü Murathan Mungan’ın “Kırılgan” şiirine bırakalım:

Kırılgan bir çocuğum ben

Yüreğim cam kırığı

Bütün duygulardan önce öğrendim ayrılığı

Saldırgan diyorlar bana

Oysa Kırılganım ben

Gözyaşlarım mücevher

Saklıyorum herkesten

Diyorlar: Bir yanı sarp uçurum,

Bir yanı çılgın dağ doruğu.

Oysa böyle yapmasam ben

Nasıl korurum içimdeki çocuğu

Belli ki Ahmet İlhan gibi Edibe de şiirde kendisini bulmuş.

Zaten öyle değil midir? Şiir yazıldıktan sonra şairinin hayatından çıkar okuyan herkesin hayatında yaşar.

O şiir artık herkesindir…

Tıpkı 2023 yılında bu dünyadan ayrılan Edibe’nin bavulu gibi.

İçini açtığınızda kim bilir ne hikâyeler çıkacak o bavuldan.

Biri ondan, biri sizden, bir diğeri ötekinden…