Doğaya ve insana rağmen bir hayat olur mu?

Engin BAŞCI

Bir zamanlar yaşadığımız şehirlerde hemen her mahallede boş arsalar vardı.

Çocuklar oyun oynardı o arsalarda, sokak hayvanları da yaşardı.

Onların eviydi o arsalar…

Önce arsalara göz diktiler.

Yüksek binalar dikip tek tek yok ettiler.

Koskoca şehirlerde bir tek onlara yer bulunamadı.

Onlar da kaldırımları mekan edindiler.

Keza çocuklar da öyle.

Büyük kentlerde oyun oynayacakları alan bulmakta zorluk çekiyorlar.

Dijital oyuncaklarla mekanik bir hayatı yaşamaya başladılar.

***

Şimdilerde sokakta yaşayan hayvanlardan yine rahatsız oluyor birileri.

Yok etmek istiyorlar.

Adına da ötenazi diyorlar.

Yasa da çıktı şimdi.

Hukuksal zemin de hazır.

Çeşitli yerlerden haberler de düşmeye başladı.

Gün geçmiyor ki sokak hayvanlarının canına kıyıldığı bir haber duymayalım.

Yasa çıktı çıkmasına ama asıl mesele vicdanlardaki yargılama…

Meşruluk da orada anlam kazanıyor zaten.

Temel sorun da tam bu noktada yaşanıyor.

Meşruluk meselesi siyasal ve toplumsal yaşamda değerini yitirmeye başladı.

İnsanoğlu efendisi ya bu dünyanın, her şeyi yok etme hakkını kendinde görebiliyor.

Bir de para ve güç sahibiyse hoyratlıkta sınır tanımıyor.

Kazdağları’nda yaşananlar mesela…

Yöre halkının itirazlarına rağmen maden ocakları oluşturuluyor, ağaçlar kesiliyor.

Homeros’un İlyada Destanı’nda Tanrıların Truva Savaşı’nı izlediği dağlarda şimdilerde olan bitenler bu hoyratlığın son görüntüsü.

Kazdağları’nda kesilen ağaçlar ve ortaya çıkan tablo giderek çoraklaştırılan bir hayatın da anlatımı adeta…

Doğanın akciğerlerine insan eliyle yerleştirilen bu kanser hücresi nefes aldığımız alanları bir bir yok ediyor.

Öyle görünüyor ki Kazdağları son da olmayacak.

Para ve güç sahiplerinin söz dinlemezliği ve buyurganlığı hayatın üzerine karabasan gibi çökmekte.

Cendereye sokulan bir hayatı yaşamaya zorlanıyoruz.

Bize rağmen şekillendirilmek istenen bir hayat bu.

Ama dayatılan bu hayatın içinde gelecek yok.

Ne insanoğlu için ne de bu hayatı paylaşan diğer canlılar için.

Çünkü hava kirleniyor, su kirleniyor, toprak zehirleniyor, yaban hayatı yok oluyor.

Öyleyse neden?

Daha çok zenginleşmek, daha çok kalkınmak için mi?

Peki kim zenginleşiyor, kim kalkınıyor?

Tüm bunlar olurken onca yoksulluk nasıl açıklanacak?

***

Kazdağları’nı düşünürken Hasankeyf’i hatırlamadan edemiyor insan.

Uygarlığın asırlardır yaşayan o sihirli mekanı baraj sularının altında kaldı.

Birkaç tarihi eser kurtarıldı ama o büyüleyici manzara yok oldu.

Hasankeyf artık eski Hasankeyf değil.

Bir şeyler eksildi o coğrafyadan, belki de hayatımızdan…

Tıpkı nesli tükenmeye doğru giden hayvanlar, yok olan ormanlar, tahrip olan doğamız gibi…

Yanlıştan dönülmediği takdirde Kazdağları’nda da öyle olacak.

Diğer canlıların olmadığı bir dünyada hayat da ıssızlaşacak.

Sahip olduğumuz değerleri, doğanın zenginliklerini ve hayatın renklerini eksilterek gidilen yolun sonu karanlık bir çıkmaz…

Doğaya ve insana rağmen bir hayat da olmaz.

Filmin sonu önceden belli.

Senaryoyu yeniden yazmak gerek.