Ali Murat EKŞİ
Hayatımda yeni bir sayfa açılalı beş yıl olmuş. Yirmisekiz yıldan sonra yeni bir
mekânda, yeni bir iş kolundayım artık. Zaman nasıl da akıp gidiyor? Pandemi,
deprem derken bu kadar olmuş işte. Gariptir, insan uzun yıllardan sonra hayatında
radikal bir değişiklik yapınca, sanki buraya ait değilmiş gibi hissediyor. Halbuki ne
yeni arkadaşlarım ne de amirlerim ve yeni tanıştığım kişiler hiç yabancılık
çektirmediler bana. Sanki yıllardır berabermişiz gibi davrandılar sağ olsunlar. Belki
önceleri biraz çekinmiş olabilirler ama, kısa sürede mesafeler kapandı. Birbirimizi
tanıdıkça samimiyetimiz arttı, arkadaşlık pekişti. Yine de sanki hâlâ daha geçici
olarak buradaymışım gibi.
Neyse, asıl bahsetmek istediğim konu bu değil. Size, hayatıma giren yeni bir
“Dost” tan söz etmek istiyorum. Nedendir bilmem, (beş yıl olmuş dedim ya) yeni
dostumla tanışmam son bir yıl içinde oldu. Belki uzun süren kapanma süreçleri
yüzünden, belki de günlük koşuşturma telaşından, rastlaşmamışız bir türlü.
Gözlerden uzak, kuytu bir köşede yaşadığı için belki de. Oldukça yakınmışız
halbuki…
Karşılaşmamız da ilginç oldu. Hayvanları çok severim malum. Burada yaşayan bir
sürü hayvan var ve hepsine de elden geldiğince iyi bakıyorlar. Hayvan severler
çok sağ olsunlar. Ben de elimden geldiğince bakmaya çalışıyorum. Yine bir gün
işe gelirken, ki oldukça soğuk bir kış günüydü, üniversitemizin kocaman
bahçesinde yaşayan köpeklere evden yiyecek getirmiştim. Çalıştığım binaya
gelirken, binanın arka tarafına doğru yürüyen ve daha önce hiç görmediğim bir
köpek gördüm. Hazır köpeğe rastlamışken, getirdiklerimi vereyim dedim. Yanına
doğru gittim. İnanılmaz bakımsız bir haldeydi. Bu kadar zaman böyle bir köpek hiç
görmemiştim burada. Bayağı şaşırdığımı söylemeliyim. Çünkü dedim ya, burada
bayağı iyi bakılıyor hayvanlara. Köpek o kadar perişan haldeydi ki, adeta kemikleri
sayılıyordu. İnanılmaz zayıftı. Ayakta zor duruyordu. Günlerdir bir şey yememiş
gibiydi. Kalça kemiklerinin yanları yara olmuştu. Bir kulağı da yaralıydı. Gözünde
de bir sorun vardı. Tüyleri cılız ve sağlıksızdı. Her halinden oldukça yaşlı olduğu
anlaşılıyordu. Malum, kış zordur. Hayvanlar yiyecek bulmakta zorlanırlar.
Muhtemelen bu garibim de yiyecek derdine düşmüş ve diğer köpeklerle dalaşmış
diye düşündüm. Artık gücü yetmediği için oldukça hırpalanmış ve aç kalmış
herhalde dedim kendi kendime. Yanına gittim dedim ya, korkudan kaçtı zavallı.
Büyük bir endişe içindeydi. Hem kendi cinslerinin hem de, bu hâlinden dolayı bazı
insanların kendinden uzaklaştırmasının verdiği özgüvensizlik olsa gerek, asla
yanına yaklaştırmadı. Korku içinde, sessizce uzaklaştı. Ben yine de, evden
getirdiklerimi oraya, uygun bir yere bıraktım. İçim sıkılarak, üzüntü içinde istemeye
istemeye oradan ayrıldım. Ayrıldım ayrılmasına da, zavallının o hâli bir türlü
aklımdan çıkmıyordu. Aslında pek çok zaman, pek çok yerde böyle köpekler
görüyordum. Yapabileceğim bir şey olursa yapıyordum. Sonradan çok takılmıyordu
kafama. Buysa beni çok etkilemişti nedense…
Akşam eve gider gitmez, bu köpeğe götürebileceğim yiyecek bir şeyler araştırdım.
Kuru mama varmış. Güzelce paketleyip hazırladım. Sabah unutmayayım diye
kapının yanına koydum.
İşe gelir gelmez ilk işim köpeğin yanına gitmek oldu. Kulübesine baktım
(Hayvanseverler bir kulübe ayarlamışlar eksik olmasınlar), hava soğuk olmasına
rağmen içinde yoktu. Etrafa bakındım biraz, göremedim… Getirdiğim mamayı
uygun bir yere bırakıp ayrıldım oradan.
Öğlen arasında bir kez daha bakmaya gittim. Yine göremedim. Ancak, bir şey
dikkatimi çekti, benim getirdiğimin dışında başka kaplarda da bir sürü mama vardı.
Demek ki, başkaları da besliyordu bu zavallıyı. İyi de, neden bu kadar perişan
hâldeydi o zaman?..
Bir gün öğlen yine mama götürmüştüm. Bir hanımefendinin etrafla ilgilendiğini,
kaplara mama koyduğunu gördüm. Selam verdim, kendimi tanıttım. “Siz de mi bu
garibi besliyorsunuz?” dedim. “Evet” dedi, “ Uzun zamandır” diye ekledi.
Meraklanmıştım doğrusu. Kendini tanıttı. Meğer okulumuzda hocaymış. Ben
sormadan anlatmaya başladı; “ Bunlar üç kardeşti “ dedi. “Diğer kardeşleri
öldü maalesef. Onlar öldükten sonra bu zavallı bir anlamda depresyona
girdi. Herkesten uzaklaştı. Yaşı da epey var. Biz de elimizden geldiği kadar
bakmaya çalışıyoruz. Mama koyuyoruz ama, iştahla yemiyor. Adeta
ölmeyecek kadar yiyor. Aslında çok hareketli bir köpekti. Şimdi çoğunlukla
kimseye yaklaşmıyor. Yalnız dolaşıyor. Diğer köpeklerle de arkadaşlık
etmiyor. Ancak tanıdığı birkaç kişiye yaklaşıyor. Adı “Dost”, adını da bilir
aslında” dedi. Bu garibanla ilgili tahminlerimin kısmen doğru olduğunu anladım.
İşte o günden sonra biz Dost’la gerçek anlamda dost olduk.
Hikayesi beni çok etkilemişti. Ona acıdığımdan mı yoksa, onun bu hâlinde
kendime dair bir şeyler bulduğumdan mı bilinmez, onunla aramızda bir yakınlık
hissetmiştim. O andan itibaren hemen hemen her gün onun yanına gittim. Gerek
evden, gerekse yemekhaneden topladıklarımı ona götürdüm. O yerken yanında
bekledim. Ona yaklaşmaya çalıştım. Başardım da! Önceleri korkarak, küçük
dokunuşlarla sevebildim. Sonraları aramızdaki güven arttıkça daha uzun, daha
rahat sevmeye başladım. Başını okşadım, hatta sarıldım.
Belki inanmayacaksınız ama, iştahı arttı, yemeklerini daha güzel yemeye başladı.
Tüyleri parladı, yaraları iyileşti. Kilo aldı, oldukça toparladı. Artık o da beni tanıyor.
Getirdiklerime bakmadan önce yanıma geliyor. Sevmem bitene kadar bekleyip,
yemeğini öyle yiyor. Meğer asıl ihtiyacı olan şey ilgi ve sevgiymiş.
Şunu iyice anladım ki, her canlının sevmeye, sevilmeye ihtiyacı var. İyileşmenin en
büyük anahtarı bu. Ülkemizde son günlerde pek çok üzücü şeyler duyuyoruz
hayvanlarla ilgili. Onları anlamadan, haklarında bilgi sahibi olmadan veriveriyoruz
hükümlerini. Oysa her canlı gibi, onların da yaşamaya hakkı var. Hepimiz gibi
onlar da bu dünyanın bir parçası. Yıkmak, yok etmek ne kadar kolay? Halbuki, en
kıymetli şey emek vermek ve bu emeğin karşılığı görüldüğünde gelen mutluluk
değil mi? Umarım bu anlattıklarım bir şeylere vesile olur. Hayvanlara yapılan bu
eziyet son bulur.
Artık Dost’la hemen hemen her gün görüşüyoruz. Bir arkadaşımla birlikte ona
yemek götürüyoruz, su götürüyoruz. Arkadaşım da sevmek istiyor ama, pek
sevdirmiyor, hâlâ biraz çekiniyor. Ben seviyorum uzun uzun. Konuşuyoruz. O
yemeklerini yedikçe ben doyuyorum sanki. Birbirimize iyi geldik sanırım. En
azından ben öyle hissediyorum. Her şeyin bir sonu var, biliyorum. Yaşadığı zorlu
hayatından kalan günlerini huzurlu geçirmesi en büyük dileğim. Umarım ben de
kariyerimin son günlerinde onun yanında olurum. Bu yaşam enerjisini paylaşmaya
devam ederiz.
Şair Nehir Özen’in kalemine sağlık, sanki bizimki için yazdığı “Dost “şiirinde adeta
duygularıma tercüman olmuş. Yazımı bu güzel şiirle noktalamak istiyorum;
“Minik kara gözlerin
Düşük kulakların
Beni dinleyen o hallerin
Islak sivri burnunla
Salyalı ağzın,
Üzüldüğümde ayaklarımın dibinde
Sevindiğimde eşlik eden
Neşeli kuyruğunla…
Var mı senden daha sevimli,
Candan, vefakâr…
Yalnızlığımın tek Dost’u
Beni hiç bırakma…”