Babamın hikâyeleri…

Engin BAŞCI

Ya eski bir albümden çıkmıştır, ya bir gazete sayfasında görmüşsünüzdür ya da başka bir yerde…

Şimdi internet ortamı ya da sosyal ağları da ekleyebilirsiniz buna.

Fotoğraflar, siyah beyaz fotoğraflar…

O siyah beyaz fotoğraflar bazen hayatın bütün renklerini içinde taşırlar.

Fotoğrafın içine girersiniz, resim canlanır, tekrar o yıllardasınızdır.

***

Çocuktum… Babam kitaplara düşkündü… Akşam oldu mu önce bizimle ilgilenir, sonra kitaplarına dalardı.

Henüz okulla tanışmadığım yıllardı…

Daha o yıllarda beni de kitaplarla, hem de klasiklerle tanıştırdı.

Kitabını eline alır, beni yanına oturtur, yüksek sesle bana roman okurdu.

Üç Silahşörler’i, Sefiller’i, Diriliş’i, Karamazof Kardeşleri, İnce Mehmed’i ve daha birçok romanı ondan dinlediğimi hatırlıyorum.

Bir anlamda babam benim ilk hikâye anlatıcımdı.

Belki de o yüzden hikâye anlatıcılığını severim.

Hikâyeler hayalleri besler, hayaller de hayatı…

O hikâyelerin içine girer, yaşarım…

Hayatın öteki yüzü sihirlidir… Düşledikleriniz gerçekle buluşur…

Babamın kitaplarla bana aktardığı kahramanlar benim düş dünyamın da kahramanlarıydı…

Kendi okumalarımda o kahramanlarla bir kez daha karşılaştım…

Sonra onlara yenileri eklendi.

O kahramanlarda yeni insanlar tanıdım, bu kez farklı bir hayattaydılar…

Benimle değişmişlerdi…

Biliyorum, aslında değişen bendim…

Şairin dediğince, önce kendimi bildim, sonra onları kendimden bildim…

Hayatı okurken çevirdiğim her sayfada hâlâ yanımdalar…

***

Gördüm, biliyorum…

İsimsiz ne çok kahraman var hayatta.

Her biri kendi hikâyesinde yaşıyor.

Bazen yel değirmenleriyle savaşıyor, bazen yerin onlarca metre altında bir maden ocağında…

Kimi bir döner tezgahının başında, kimi bir lokantanın bulaşıkhanesinde…

Kimi bir taşra kasabasında akşam ne yapacağım derdinde, kimi yüksek plazalara sıkışmış bir hayatın içinde…

İçlerinde Raskolnikov da var, Josef K. da, Madam Bovary de…

Ama hepsi kendi hayatının içinde.

Her gün yeni bir hikâyeyi yaşıyorlar.

***

Geçmişe dönüp baktığımda babam da onlardan biriymiş.

Kendine dayatılan hayatı kitaplarla değiştirmeye çalışmış.

Orada gördüğü yeni hayatları hikâyelere dönüştürüp bize anlatmış.

Şimdilerde biraz sessiz.

Ama babamdan öğrendim. Kendi hikâyemi yaşıyorum; o hikâyenin içinde gördüğüm her şeyi yeni hikâyelere dönüştürüp anlatmaya çalışıyorum.

Gazetecilik işi bu anlamda hayatın tüm renklerini önünüze koyuyor.

O renkleri olduğu gibi aktarmak da var, photoshop ile değiştirmek de…

Kendi adıma renklerin doğallığına sadık kaldım; gerçeği bozmadım, gerçeklikle oynamadım…

Görünenin ötesine bakıp, karanlığı sorgulayıp hikâyeme kattım.

Bunun azını haberlerde yapabildim, çoğunu hayata kattığım sözde…

O yüzden gazeteciliği örgütlü bir şekilde yaptım.

Haberlerde anlatamadıklarımızı sendikal mücadele alanlarında halka duyurmaya çalıştık.

Yazabildiğimiz her yerde yazdık, konuşabildiğimiz her ortamda konuştuk.

Tüm bu süreçte yalnız olmamanın gücünü hissetim…

Bu gücü SEKA ve Tekel direnişlerinde gazeteci olarak da gördüm.

Sabahladım onlarla.

Nice kahramanlar tanıdım o çadırlarda…

Şimdi Kazdağları’na bakıyorum.

Aynı kahramanlar orada…

Biliyorum elbet bir gün kitaplar yazacak o kahramanları da.

Ve ben torunlarımı alıp yanıma kitaplar okuyacağım onlara…

Elliot’un dediğince başladığım yerdir son…