Yunan Uygarlığı’nın Temeli Atina Agorası’ndayız: Atina Gezi Notları 4
Kemal ASLAN
Günün yorgunluğunun etkisi sabah geç uyanmamızda kendini gösterdi. Saat 10.00’a doğru Recep daha erkenden kalktığından yakındaki pastaneden börek almaya gitmiş. Ben kahvaltıyı hazırlarken patatesli, ıspanaklı, peynirli böreklerin yanı sıra Bougotsa almayı da ihmal etmemiş. Sayesinde gözümüz de gönlümüzde doydu. O, inceliklerini, dostluğunu eylemliliklerinde fark ettirmeden gösterir ortaya koyar; uzun söze ihtiyaç duymadan yapılması gerekeni yapar, varlığınızı hissettirir. Bir gönül insanıdır, geleneklerden edindiği birikimi, kent yaşamında deneyimledikleriyle incelikle sentezlemeyi başarmış az sayıda insandan biridir.
Demokrasi, Uzun Soluklu Mücadeledir
Bugün dün gidemediğimiz demokrasinin beşiği olan Atina’da Sokrates’in, Platon’un Aristo’nun yaşadığı tartıştığı yerleri göreceğiz. Atina Agorası’nı (Ancient Agora of Athens). Dünyada demokrasi rüzgârlarının pek esmediği, yaprakların bile kıpırdamadığı bir dönemden geçtiğimiz düşünülürse geçmiş üzerinden şimdiye uzanacağız. Ya da şimdinin yarattığı iç sıkıntısından, umutsuzluk halinden geçici olsa da kurtulacağız. En azından insanlığın demokrasi konusunda nasıl uzun soluklu bir mücadele geleneğinden geldiğini hatırlayacağız. İnsan zihni tarihselliği kavrasa da yaşanan günün, zamanın ağırlığını, baskısını hissediyor. O ortamda bulunmak bize özgürlüğün, sivil ve medeni hakların nasıl kazanıldığını yeniden düşündürtecek. Demokrasinin her gün verilen bir mücadele olduğu fikri zihinlerimize yeniden kazınacak. O zor zamanları düşüneceğim, o ortamı zihnimde kısa süre de olsa yaşayacağım.

Köleci Atina Demokrasisi’nde kölelerin, kadınları ve çocukların hiçbir hakkı olmadığını anımsasam da bunun insanlık tarihi açısından önemli bir adım olduğunun bilincindeyim. O dönemde yapılan tartışmaları düşününce iktidarda olanların eylemlerine yönelik konularda hesap vermek zorunda olduğu geliyor aklıma. Muktedir olmanın her şeyi yapıp bunun sorumluluğunu üstlenmemek anlamına gelmediğini yeniden hatırlıyorum. İktidarın eylemlerinin denetlenmesi, tartışılması o dönem demokrasinin olmazsa olmazıydı.
Zaman içerisinde insanlığın neleri kaybetmeye başladığını fark etmek, gelinen aşamanın geçmişle kıyaslandığında epey sorunlu olduğunu gözlemlemek, neleri yitirdiğimizi anımsattı. O dönemde iktidarda olanlar ulaşılmaz olmak değildi, yurttaş olarak kabul edilenlerin sorularına yönetenler yanıt vermek zorundaydılar. Günümüzde bundan ne kadar uzakta olduğumuzu hatırladım. Artık hem makro iktidar hem de mikro iktidarlar her alanda otoriter ve dayatmacı bir tavır içinde. Teamüllerin, alışkanlıkların dışında yeni tarzlar söz konusu. İnceliklerden uzak bir dil hem konuşmalarda hem yazışmalarda ortaya çıkıyor. Üstelik bütün bunlar ülkenin adına yeni gibi bir sıfat eklenerek yapılıyor. Bir kader gibi yaşadığımız değişmeyen kederli yalnızlığımızı hissettim birden.

Gençler Umutsuz
Kaldığımız yer şehrin merkezine yakın bizler de yürümeyi seviyoruz. Yaklaşık iki bin adımda Atina Akademisi’nin önüne geldik. Bugün de mezuniyet töreni ve sevinci vardı. Mezun öğrenciler aileleriyle birlikte gelmişlerdi. Mutluluk hem gençlerin hem ailelerinin yüzlerinden okunuyordu. Böylesi bir dönüm noktası insanın hayatında kaç kere olabilir ki? Sürekli hatırlanacak bir durum. Onlar için artık zaman farklı işleyecek: Tüketicilikten üreticiliğe geçiş dönemi başlayacak. Artık hayata atılacaklar, bir kısmı kendi hayatlarını kuracak. Herkes aynı zamanda aynı fırsatı bulamayacak. Dünyanın her yerinde genç işsizlerin çoğalmaya başladığı bir zamandayız. Artık kapitalizm, gençlere umut aşılayamıyor, onları sisteme bağlayamıyor, gençlerde geleceksizlik kronik bir vaka. Nedeni her yerde ücretlerin baskılanması, asgari ücretin genel ücretler içindeki payının giderek artması. Kapitalizmin krizinin bedelini gençler daha hayata atılmadan yaşıyor!

Aralarında sevgililerine çiçek alanlar da vardı. Kız ya da erkek olması fark etmemişti. Çiçek verilmesinde tek ölçüt sevdiğinin, yakın arkadaşının mezun olunması. Belki de çiçek verme o günü değerli kılma çabası ortak hayata başlama yönünde de bir adım. Aralarından birileri evlenme teklif etmiş bile olabilir. Sevincin paylaşılması, sevinçlere ortak olunması insana her zaman kendini iyi hissettirir.
Mutlu Olmak
Bizde de mezuniyet törenlerinde mutluluğun havası yaşanır, hissettirilir. Ancak bir başka gerçek var ki: Atina’da insanların yüzleri gülüyor. Yürürken de kafe ve restoranlarda yemek yerken de. Yaşadıkları andan zevk almayı biliyorlar. Orada pek yüksek sesle konuşan, tartışan kimseye de rastlamadım. Her yerde gerginlik, çatışma olabilir. İnsanın olduğu yerde kıskançlık, gerilim, çekememe, haset vb. durumlar olabilir. Ama bizdeki gibi herkes patlamaya hazır bir bomba gibi değil. Bu gözlemi Dünya Mutluluk Endeksi de doğruluyor. 2024 yılında 148 ülke arasında Yunanistan 64’üncü sırada. Türkiye ise 98’inci. Yani 34 basamak geride.

Syntagma Meydanı’ndan Plaka’ya doğru yürüyoruz. Ana caddelerde troleybüsler (elektrikle giden otobüsler) hâlâ kullanılıyor. Benim çocukluğumda 1960’lı yıllarda İstanbul’da da troleybüs vardı. O zamanlar üretilen enerji yetmediğinden sürekli elektrik kesintileri olurdu ve troleybüsler trafiğin tıkanmasına yol açardı. İstanbul’a tam 16 yıl hizmet veren (1968-1984) bu ulaşım aracının yerini akaryakıt ile çalışan otobüsler aldı. Hâlbuki onlar çevre dostuydu. Her zamanki gibi en kolaycı çözüm en rasyonel çözüm olarak görüldü. “Bir şey sorun oluyorsa onu ortadan kaldırmak en iyisi” çerçevesinde davranıldı. Sorunun kaynağını bulmak yerine bulmak yerine sonuç üzerinden çözüme gidildi. Yani elektrik kesintileri nedeniyle trafiğin tıkanmasının nedeni troleybüsler görüldü. Demek ki o zaman da indirgemeci bakış açısı siyasette bürokraside yaygınmış!
Kültürel Mirası Korumak
Binalar 1960’lı yıllardan kalma. Eğer kimse konuşmasa insan kendini eski İstanbul’da sanıyor. Şimdilerde böyle sokaklar Beyoğlu’nda, Şişli’de, Fatih’te, Kadıköy’de hâlâ var ama kentsel dönüşüm adı altında oraların da ruhu da kısa sürede kaybolur. Biz kültürel mirası korumaktan çok onun paraya dönüştürülmesini seviyoruz. Tarihsel bilincin oluşmasının, oluşturulmasının ne demek olduğunu Atina’da kültürel miras üzerinden kavramak mümkün.

Mobil telefonların yaşamımıza ne kadar sızdığını burada da saptamak mümkün. Masalarda oturup sohbet edenlerin yanı sıra yalnızlığını sanal ortamlarda gidermeye çalışanlar da var. Küresel bir etkilenim belki de bu.
Güzergâhımızda bizim Mahmutpaşa’ya benzeyen manifaturacıların bulunduğu dar sokaklardan geçiyoruz. Nüfus yoğunluğunun çok olduğu Monastiraki’ye geliyoruz. Burada hediyelik eşya, kıyafetler vb. satan mağazalar var. Küçük bir meydan ama insanların oturacağı sınırlı olsa da yerler var. Mağazalardan alış-veriş yapanlar var. Metro istasyonu da hemen karşıda. Biz her hangi bir ulaşım aracına binmedik. Daha çok yürümeyi tercih ettik.

Burada açık havada sayısı az da olsa kalıcı pazar yeri gibi yerler de var. Benzer sebze ve meyveler satılıyor. Akşam yemeklerini daha çok dışarıda yediğimizden fiyatlara pek bakmadım. Daha uzun süreli kalmak durumunda olsaydık o zaman kaldığımız yerde de yemek yapmak zorunda kalacağımızdan fiyatlara bakabilirdim. Zaten Türkiye’de fiyat algılarımız da oldukça değişken hale geldi. Satılan şeylerin fiyatlarını takip etmek giderek zorlaştı.
Burada da teraslar küçük ağaçlar ya da çiçeklerle dolu. Meydanın bir köşesinde hüzün müziği Rembotiko’yu çalanlar var. Keder ortak paydamız sanki. Hediyelik eşya satan bir mağazanın önünde Hacivat ve Karagöz var. Onlar da bu mirasa sahip çıkıyor. Gölge oyunu onlar için de tarihi bir miras. Tiyatro geleneğinin güçlü olduğu bu topraklarda o dönemi anımsatan masklar yaygın biçimde satışa sunuluyor.

Atina Agorası’nda tartışmak
Sonunda Atina Agorası’na giriş yapıyoruz. Ekipten ben dahil –basın kartımı getirmediğimden- üç kişi onar avro vererek içeri giriyoruz. Tiyatro ve spor etkinliklerinin de yapıldığı Atina Agorası, Milattan Önce beşinci ve dördüncü yüzyıllarda halkın sorunlarının tartışılmasında, konuşulmasında önemli bir rol oynamış. O dönemdeki tartışmalar –siyasi, ekonomik, kültürel, vb.- daha sonra insanlığın ele aldığı temel konular haline geldi. Köleci de olsa ilk demokrasi deneyiminin yaşandığı bir alanda olmak farklı bir duygulanıma yol açıyor bende. 500 üyeden oluşan konsülde herkes düşüncelerini korkmadan, çekinmeden ifade edebilmiş. Saatlerce süren tartışmalar, uzlaşma arayışları o dönemde önemsenen bir olguymuş. Günümüzde güç bende ne istersem onu yaparım anlayışı o zamanlar pek kabul görmemiş. Demek ki halklar da zamanla değişiyor, dönüşüyor.

Sokrates’in Savunması
Antik Yunan Kültürü’nün oluşumu da böylesi bir ortamda gerçekleşmiş. Adlarını tarih kitaplarından öğrendiğimiz yaptıklarıyla iz bırakan Perikles, Sophokles, Erupidies, Aeschylos, Aristophanes, Heredotes, Thucydides, Sokrates, Platon, Aristoteles gibi şairler, tiyatro yazarları, tarihçiler, felsefeciler bunlardan bazıları.
Buradaki en önemli yapılardan biri Archon Basileus Royal Stoası. Millattan Önce altıncı yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen bu yapının Sokrates’in yargılandığı yer olduğu da düşünülüyor. Yargılandığı dönemde ortaya koyduğu argümanlar daha sonraki yıllarda etik alanında önemli bir yol gösterici oldu. Bu savunma daha sonra “Sokrates’in Savunması” adıyla dünyanın farklı dillerine çevrildi. Benim o savunmada en çok sevdiğim sözü “yargılanmamış bir hayat yaşanmamış demektir”. Bu her bireyin yapıp etmelerinin eleştirel bir süzgeçten geçirilmesi, geçirmesi anlamına gelmektedir. Kendinle yüzleşmeye çağıran bir ifade. Ancak bunu her zaman egolarımız nedeniyle yapamıyoruz.

Eski Agora Müzesi
İlk uğrak yerimiz Eski Agora Müzesi. Girişinde Venüs heykelleri var. Ancak bu heykellerdeki Venüs iri göğüslü ve dolgun kalçalı. O dönemin güzellik algısı demek ki öyleymiş. Belki kış mevsimi olduğundan müzenin içinde az sayıda turist var.
O dönemde insanların kullandığı seramik mutfak eşyaları –testi, tencere, tabak, bardak, kupa, vb.- var. Bunlar arkeolojik kazılar sonucu bu alandan çıkarılmış. Bazıları kırılmış olsa da özenli bir biçimde yeniden bir araya getirilmiş. Belli ki restorasyon konusunda bir birikim var; kafalarına göre yapmıyorlar bu işi. Yaptıkları işle gelecek kuşaklara bir kültürel miras bıraktıklarının bilincindeler.

Müzede o dönemde küçük çocukların dışkı ihtiyacını gidermeleri için yapılmış bir oturak dikkatimi çekti. Bu o dönemde soylular sınıfını kapsasa da çocuklara verilen önemi gösteriyor. Yemek pişirmek için yapılmış küçük fırınlar da var. Yemeğin servis edilmesi sırasında soğumaması için kömür ya da odunla ısıtılmasını sağlayan seramikten yapılmış küçük bir ısıtıcı da müzede sergileniyor. Erkek heykellerinde dikkatimi çeken onların nü –çıplak- biçimde betimlenmeleri. O dönemde soylular dışındakilerin heykellerde erkeklerin organının büyük gösterilmesi onların alt sınıfa dahil olduklarının bir göstergesi sayılıyormuş. Şimdi öyle mi?

Müzeyi yaklaşık bir saatte geziyoruz. Bir anlamda Yunan uygarlığının düzeyini bu müzeden anlamak mümkün.
Bu alanda gezilecek başka yerler de var.
(devamı gelecek yazıda)