Engin BAŞCI
Bir yılı daha geride bırakıyoruz.
Takvim yapraklarına göre ömür denen zamandan bir yaş daha alıyoruz.
Zaman değerli…
Geçmişe dönüp baktığımızda iki tarih çıkıyor önümüze.
Biri ortak yaşadığımız tarih, diğeri kişisel tarihimiz.
Kişisel tarihimizi aile albümleriyle de hatırlıyoruz.
O anlamda fotoğraf kareleri birer hazine değerinde.
Bu gerçeği ilk kez 1999 yılındaki Gölcük depreminde öğrendim.
Depremin ilk günleriydi.
TRT’deydim..
Özel deprem yayınındaydık.
Gölcük’teki durumu iki ekip halinde 4 muhabirle takip ettik.
Gürcan Arıtürk ve Selver Gözüaçık bir ekip, Murat Baykara ve ben diğer ekiptik.
72 saat çalışıyor nöbeti diğer ekibe bırakıyorduk.
7/24 yayındaydık.
Bir muhabir yayındayken diğeri yayın akışı için izlenim haberler toparlıyordu.
O olayı yaşadığımda izlenim haber yapma görevi bendeydi.
Yıkılan binaların enkazlarını dolaşıyordum.
Arama kurtarma çalışmaları tamamlanmıştı.
Enkazın birinde yıkıntıların ortasında ağlayan bir kadın gördüm.
Yanına yaklaştım.
Elinde bir fotoğraf albümü tutuyordu.
Albüme bakıp ağlıyordu.
Göğsüne bastırıyor, gözyaşları içinde fotoğraflara öpücükler konduruyordu.
Zorlanarak hayatımın en zor röportajlarından birini yaptım.
Üstünde bulunduğumuz enkaz kadının eviydi.
Kendisi enkaz altından çıkmıştı.
Eşi ve 3 çocuğundan ikisi o enkazda hayatını kaybetmişti.
Enkazda dolaşırken yıkıntılar arasında aile albümünü bulmuştu.
Elinde tuttuğu fotoğraf albümü o albümdü.
Ve o albüm onun en değerli hazinesiydi.
Sıkı sıkı sarılması da o yüzdendi.
Hüzünle yoğrulmuş tarifsiz bir sevgiyle birlikte sıkı sıkı tutuyordu.
Biliyordu ki o albüm olmasa kaybettiği eşi ve iki çocuğunun yüzü zamanla silikleşecekti.
Hatıralarda hayal meyal görüntülere dönüşeceklerdi belki de…
O yüzden albümdeki fotoğrafları hiç bir paranın satın alamayacağı kadar değerliydi.
O fotoğraflar onları geleceğe taşıyacaktı.
Kadın var oldukça onlar da hiç yaşlanmayan yüzleri ve mutlu anlardaki görüntüleriyle yaşayacaklardı.
Yüzleri kadının belleğinde hep canlı kalacaktı.
Hiç unutulmayacaklardı.
Ne kendileri ne hatıraları…
Fotoğrafın gücünü işte o an anladım.
Zamanı durduran ve geleceğe taşıyan bir sihirdi bu.
O günden sonra eski fotoğrafları hayatın resimleri olarak görürüm.
O fotoğrafların bulunduğu albümleri de değerli eşya olarak evin en özel yerinde korurum…
O zamandan bu zamana hayat değişti.
Elbette yaşantılarımız da.
Değişen onca şeye rağmen fotoğrafın gücü ve sihri aynı kaldı.
Sadece fotoğraf albümlerinin şekli ve yerleri değişti.
Dijitalleşen hayatta fotoğraf albümleri ya bilgisayar ekranlarına ya da cep telefonlarının belleklerine taşınmaya başladı.
Bu belki de fotoğrafın zamandaki yolculuğunu da kısalttı.
Bellekler dolunca eskiyen resimler yerlerini yenilerine bıraktı.
Fotoğrafın değerini ve ömrünü o anki duygularımız belirlemeye başladı.
Yaşadığımız bu gerçeklik içinde yıllar sonra dönüp soruyorum.
Kadının çocuklarına ait fotoğrafları o günkü gibi aile albümünde değil de cep telefonunda kayıtlı olsaydı ne olurdu?
Enkaz içinde cep telefonunu bulabilir miydi?
Bulsaydı cep telefonu sağlam ve çalışır halde olur muydu?
Zaman hayatlarımıza olduğu gibi eşyaların işlevlerine de hükmediyor.
İnsanın zaman karşısındaki tek yengisi ise onu durdurup kaydetti an.
O tek bir an hayatın akışını da değiştiren potansiyel bir güce sahip.
Bazen mutlu bir aile fotoğrafı, bazen gerçeğin en acı yüzü…
Her nerede ne yaşandıysa bir fotoğraf karesiyle kişisel ya da ortak tarihimizin albümlerinde yerini alıyor.
An’ı yakalayıp saklayabildiğimiz ölçüde akıp giden zaman içinde bir hiç değiliz.
Yaşadığımız ve kaydettiğimiz an’ların değerini bilmek gerek…