Buse Gülin
Hayatta bazı gerçekler inkara pek açık değiller çünkü tam manada tercih ettiğimiz viteste yol alıyoruz. İbre, parmak uçlarımızda beliren güce bağlı olarak artıyor veya düşüyor. Aslında sıklıkla derin uçurumları teğet geçiyoruz. Günümüzde yasaklı olan “elma” değil, “öfke”. Bundan sakınan bir bilinç ile yolculuğa çıkmak ayrı güzel hissettiriyor. Evet, hayat bir yolculuktur. Direksiyonumuzun hangi lokasyona çıktığından çok, tercihlerimizle kısmi olarak kaderimizi belirlediğimiz gerçeğine odaklanmamız gerekiyor zira hepimiz bireysel olarak bununla büyüyoruz. Üstünde sürüş yaptığımız zemin çoğu zaman kaygan. Şeritler dahi simetrik ilerlemiyor. Düzenin burkulduğu bir kurallar bütününde, dengeli olmanın mantığı çok kurulamaz. Bu yüzden insan ilişkilerinde stabiliteden çok, niyetin peşine düşmek gerekiyor.
Dini inançların, kişisel ideolojilerin, sanatın aslında soyut, dünyaya ait tüm değerleri çatısı altında birleştiren kültürün bir matematiği var mıdır? – Direkt hayır.
Elimizde, zamana, coğrafyaya, o coğrafyanın tarihine ve insan bileşkesine göre çeşitli formlarda çiçek açan bir yapı var. Sınırlarına doğru yörüngeden bakabilmek bile yüzyıllar aldı çünkü kültür, her müzik türünde dans edebiliyor. Bunca yıllık Dünya Tarihi, Dünya Edebiyatı, Dünya Kültürleri ve Mitolojileri üstünde yaptığım çalışmalarım bana şunu öğretti: Tanımı net yapılamayan her şey, insanlık için korkutucu oluyor. Bu yüzden içine hep negatif sıfatları fırlattığımız çukurlar kazıyoruz. Bu sistematik davranış, söz konusu dini inançlar olduğunda daha keskin bir rutine sahip oluyor. Aykırılıklardan inanılmaz ürküyoruz. Bir dönem İnsanların ön yargılarını antipatik bulurdum.Bilinçaltında biriken bastırılmış duygulara hakimiyetim arttıkça ( Freud , Jung, Althusser’e şükranlarımı sunuyorum), bu konu üzerine ayrı sempati geliştirdim. Artık keskin dilli her söylemin arka planının, sözcüklere oturamayan korkulardan beslendiğini biliyorum.
Bu topraklarda, “Din”, üstünde hala çok fazla netliğe sahip olamadığımız hassas bir açmaz. Gül demeti içerisinde servis edilen neşterler saklıyoruz. “Dinsel inanış çeşitliliği” hepimizin saygısı ve hoş görüsünün bol olduğu iddia edilen sosyal değerlerden biri ama nedense günlük hayatta hala düzgün yürümeyen bazı şeyler var. “Farklılığa dair hoşnutsuzluk” her kesimde, her semtte ya da her sokağın içerisinde karşınıza çıkabiliyor. Bazen bir duvarın üstünde spreyle kazınmış halde, bazen kapıların üstüne bırakılan çarpı ile, bazen dini kutlamalar esnasında sergilenen yanlış tavırlar ile, bazense açıktan açığa telaffuz edilen bozuk bir lügat ile yüzünüze çarpıveriyor. Vizyon olarak, tam kalbimizle “Farklılıkları” destekliyoruz ama gerçekten beslediğimiz ne?
Öylesine profesyonelce inceden inceye kırıyoruz öylesine dikkatli şekilde büküyoruz ki, kalbine hasar verdiğimiz insanların kederleri zihinlerimize dolarak, vicdanlarımıza yük oluyor. Daha önceki yazılarımda da söylediğim gibi: Sanırım daha çok sevmeyi öğrenmemiz ve bunu bir davranış biçimi haline getirerek, kültüre dönüştürmemiz gerekiyor. Kültür: ideolojik- sembolik olan her şeydir. Kolektif davranışlar rutinleri, rutinler ise kültürü oluşturur. Fazlasıyla pamuk ipliği dokusuna sahip bir sınırda yaşıyoruz bu hayatı, her adımımız kendi hayat döngüsünü yönetmeye çalışan farklı bir insanın yön değiştirmesine sebep olabiliyor. Tam da bu yüzden kimseyi rotasından etmemek gerekli! Korkular, kaygılar, ön yargılar bireysel olarak baş etmemiz gereken canavarlarımızı oluşturuyorlar. Üstünde uyuduğumuz yatak bizim ise, altınıda karanlıkta sadece bizim kontrol etmemiz gerekir. Neden derseniz, kolektif bir duyguya hayat verirken, bireyselliğimizin getirilerini göz ardı etmemiz gerekir. Bireyselliğin çok baskın olduğu noktada, özveri var olamaz. Özveriye ise ihtiyacımız var çünkü insanlık olarak, tüm yollar bizim; hepimiz aynı yere gidiyoruz. Eğer tüm sokaklar da aynı bulvara çıkıyorsa, seyahatimizin değeri oraya nasıl vardığımız ile doğru orantılı ölçülüyor demektir. Hiç birimiz sürdüğümüz arabada yalnız değiliz. Yazımın girişinde bahsettiğim gibi, ibre düşebilir ya da çıkabilir fakat yan koltuğumuza bir kişiyi değil, tüm dünyayı oturtuyoruz. Bu matematikte yüzümüzü güldürecek tek sonuç sevgi ve hoşgörü ile çıkıyor.
Evet! Bize düşen sevgi inşa etmek, çok daha fazla sevgi inşa etmek ve korkuları buna bulaştırmadan herkesi kucaklayabilmek çünkü evren, Tanrının Mabedidir. Bu yüzden bu mabedi sevgi ile korumak ve zarara kapalı hale getirmek gerekir.
Günün mottosu olarak söyleyebilirim ki: Hepimiz birbirimizin omuzlarına dayanarak büyük bir sevgi inşa etmeliyiz. O halde öyle büyük bir sevgi, öyle büyük bir hoşgörü inşa edelim ki çıtası galaksinin tavanına değsin.
Fotoğraf : Staff Writer, John15.rocks