Kerem YAVRU
Son günlerde herkesin dilinde bir pestisit konusu… Halk, meyve – sebzelerdeki böceklenmeye karşı kullanılan bu tarım ilacından kendini, kendi imkânlarıyla korumaya çalışıyor. Pazardan veya marketten aldığı ürünleri karbonatlı suya yatırandan tutun, çareyi sadece organik ürün tüketmekte bulanlara kadar çok geniş bir yelpazede insan, zehirlenmeden mevsim meyvelerini nasıl tüketebileceğinin hesaplarını yapmaya çalışıyor.
Pestisit kullanımının gün geçtikçe arttığı bilinmektedir. Yasal prosedürlerle izin verilen pestisit kalıntı miktarının üzerindeki artıkların insan sağlığına zararlı olduğu kanıtlanmıştır. Artık miktarı yasal sınırın altında olsa bile, bazı araştırmalara göre pestisit kalıntıları hormonal ve nörolojik bozukluklara sebep olabilmektedir.
Türkiye’den ihraç edilen bir çok ürünün alıcı ülke tarafından pestisit ve diğer ilaç kalıntılarının oranının yüksekliğinden dolayı iade edildiğine uzun zamandır şahit olmaktayız. İthal eden ülke gümrükte yaptırdığı testler neticesinde ülkemizden giden bir çok meyve – sebze ile ilgili sonuçları dünya kamuoyu ile paylaşmakta, biz de bu vesileyle ürünlerle ilgili bilgi edinebilmekteyiz. Ancak asıl sorun şu ki; iç pazara yani bizlere sunulan ürünlerle ilgili herhangi bir test sonucu paylaşılmıyor. Özetle denilebilir ki; fahiş fiyatlara sağlıklı olup olmadığı belirsiz bir şeyler satın alıp yiyoruz. Bu dediklerimiz satın alabilenler için geçerli tabii, bir de enflasyondan dolayı pazarın, marketin yolunu unutanlar var, ki muhtemelen çoğunluğu oluşturuyorlar.
Türkiye’de, 1980 sonrası neoliberal düzene eklemlenme süreciyle birlikte, devletin yapısı sermayenin önündeki engelleri kaldırmaya yönelik olarak yeniden dizayn edilmiştir. 1990’lar boyunca koalisyon hükümetlerinden tam randıman alamayan sermaye, 2000’li yıllarla birlikte tek parti iktidarına dayanan AKP hükümetleriyle önündeki hemen hemen bütün engelleri kaldırma imkânı bulmuştur. 2025 itibariyle gelinen aşamadaysa, artık maalesef vatandaşların tarafsızlığına güvenebileceği pek bir devlet kurumu da kalmamıştır. Uzun zamandır ülkede pestisitli gıdalarla ilgili bir duyarlılık olmasına rağmen, yetkili kurumlardan konuyla ilgili bir açıklama yapılmamıştır, bir önlem alınmamıştır; vatandaşa düşen, meyveleri karbonatla mı yoksa sirke ile mi yıkayacağına dair sosyal medya hesaplarını takip etmek olmuştur.
Kapitalist sistem yapısı gereği kâr odaklıdır. Bu sistem içinde çok düzgün kanunlar, yönetmelikler vs. olsa da uygulamada kapitalist devlet kendi bekâsı için sermayenin kuralsızlıklarına çoğu zaman göz yumabilmektedir. Geniş halk kesiminin devletten beklentisi; insan onuruna yakışır bir barınma imkânı, istihdam olanakları, çocukları için çağın gereğine uygun ve adil bir eğitim sistemi, parasız ve yeterli bir sağlık hizmetidir. Bütün bunların temelinde de ekonomide adil bir bölüşümün dizayn edilmesi bulunmaktadır. Bunları sağlamak için çaba sarf eden bir devlet, otomatik olarak halk sağlığını da düşünecektir. Bunun neticesinde de iç pazara sunulan ürünlerle ilgili detaylı analizler yapılacak ve halkın pestisit kalıntılı gıda yememesi için gerekli yaptırımlar uygulanacaktır. Ancak bunların bu iktidar döneminde olmayacağını hepimiz biliyoruz. Zira bu bir iyilik – kötülük sorunu değil, tercih meselesidir: AKP neoliberal bir partidir ve bunun gereklerini yerine getirmektedir.
Yaşadığımız ve yaşayamadığımız her şey birbirine bağlı, hiçbir şey kendiliğinden ve sebepsiz gerçekleşmiyor. 1940’lı yıllardan itibaren, çeşitli sebeplerle, Türkiye’nin yönünü tamamen batı kapitalizmine dönmesiyle; 1945’te çok partili hayata geçilmesi, 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi, 1971 ve 1980 askeri müdahaleleriyle sosyalist solun ezilmesi ve böylece Siyasal İslamcı düşünceye devletin teslim edilmesi, yine 1980 darbesinin sonucu olarak, Türkiye’nin ekonomik paradigmasının neoliberal bir veçheye bürünmesi, bunun neticesinde de devletin bütün olanaklarının sermayeye aktarılması, ekonomik gidişatta önemli olanın adil bir bölüşüm değil, büyüme rakamları olması tesadüf değildir, hepsi birbiriyle ilişkilidir. Sonunda gelinen noktada, üretimin sürmesi, her ne koşulda olursa olsun sürmesi ve ihracatın durmaması asıl hedeflenen olmuştur. Yani devlet, ekonominin büyümesini, çocukların sağlıklı büyümesine tercih etmiştir. Pazardan meyve – sebze alabilen “şanslı” vatandaşsa bir elinde karbonat bir elinde sirkeyle kalakalmıştır.
Bu düzenin alternatiflerini konuşmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Burada muhalefete düşen sorumluluktan bahsetmek yerinde olacaktır. Özellikle düzen içinde yer alan muhalefet partileri şapkayı önlerine koyup hangi tarafta olduklarını açıkça halka beyan etmelidirler: Gerçek bir adil bölüşümden ve sosyal adaletten mi yanalar yoksa büyüme rakamlarının hülyasına kapılmaktan mı?