Edip Akbayram: Çağın vicdanı, onurlu sesi

Kemal ASLAN

Giderek eksiliyoruz, giderek azalıyoruz, yalnızlaşıyoruz. Keder daha çok sarıyor bizi, kanırtan, yaralayan elleriyle.  Umudumuzu yitirmesek de gelecek günlerin daha da zor olacağını görüyoruz. Hayatın kıyısında durmanın hüznü çöküyor üzerimize. Bir ayağı çukurda olmayı hissetmeye başlamanın. Her ölüm insanı kendi ölümüyle de yüzleştiriyor. Her ölüm bir boşluk yaratıyor, giderek eksiliyoruz. Hayatımıza yeni insanlar girse de. Onca yılın aşinalığı bir anda sona eriyor. Geri dönülmezliğini yaşıyoruz hayatın. Bilincin de olsak da her vedanın yarattığı derin sessizlik içimizi kaplıyor. Kelimeler, anlamsız geliyor bu durumda. Yaşadığımız acılar yeniden geliyor aklımıza kaybettiğimiz onca insan.

Edip Akbayram, gençliğimizin, öfkemizin, umudumuzun sesi, bir devrimci ozandı. Bizi biz yapanlardan biriydi o.

Onun hayatıyla devrimci mücadelenin kesişim noktaları var. Bireysel yaşamlar toplumsal yaşamdan ayrı tutulamaz. Karşılıklı etkileşim olur.

1960’lı yıllarda Türkiye’nin devrimci güçlerinin sahneye çıktığı dönemde o da lisede öğrenciyken müzikle kendini ortaya koydu, ilk plağını çıkardı: Müziği ve güftesi Neşet Ertaş’a ait ‘Kendim Ettim Kendim Buldum’ adlı türküyü söyledi. Bir anlamda bu halkın kader gibi yaşadığı bir hayatın ifadesiydi söylediği türkü. Yaşanamayan aşklar, sıkışıp kalmış hayatlar onun sesinden hayat buldu: “Karadır bu bahtım kara//Sözüm kar etmiyor yâre//… Kendim ettim kendim buldum// Gül gibi sararıp soldum Eyvah eyvah..”

Türkiye 1971’de sıkıyönetim ve baskı ortamında geçtiği dönemde o katıldığı Altın Mikrofon yarışmasında ilk bestesi ‘Kükredi Çimenler’ ile birinci oldu. Karanlık zamanların yaşandığı bu dönemde söylediği türkü bahara duyulan gözlemi, baharın kaçınılmaz gelişini anlatıyordu: “Kükredi çimenler// Açıldı güller…”

Akbayram o zamandan sonra hayatımıza girdi. Yarışma onun yerellikten çıkmasına toplumun daha geniş kesimlerince tanınmasına yol açmıştı. Müzik piyasasında artık onun da adı vardı. Üstelik yaptığı plaklar çok satıyor kitleler onun yaptığı müziğe sahip çıkıyordu.

Halkın yaşadığı sorunları türkülerine,şarkılarına yansıttığı ve Selda Bağcan’ın da söylediği “İnce ince kar yağar fakirlerin üstüne// Neden felek inanmıyor fukaranın sözüne” şarkısı yaşanan eşitsizliklere yönelik sınıf bilincini ortaya koydu.

Önce TRT’de söylediği türkülerden dinlemiştim onu sonra 1970’lerde üniversite öğrencisi iken Emek sinemasında düzenlenen bir dayanışma gecesindeki konserde. 18 yaşında olmalıyım o zamanlar. Aramızda 5 yaş fark vardı. O, 1950 yılında doğmuş; ben 1955’te. 1970’ler onun da estetik düzeyde kendini politikleştirdiği bir dönem oldu.

12 Mart faşizminde kurtulmanın arayışları devrimci gençliğin eylemleri, işçi sınıfının tutumuyla birleşince yeni bir devrimci hava ortaya çıktı 1973’ten itibaren. Özgürlüklere duyulan talepler, gençliğin boykot eylemleri, işçilerin haklarını aramak için greve başvurmaları yaşamın olağanları arasındaydı. Hak arama mücadelesi sokakların hareketlenmesine yol açtı. Kitlesel gösteriler, mitinglerin zamanıydı. Sokaklar hareketliydi. O da alanlarda şarkılarını, türkülerini söyledi. Binlerce insan da ona katıldı, sesi meydanlarda hep karşılık buldu.

Kolum Nerden Aldın Sen Bu Zinciri’ şarkısını böyle bir ortama söyledi.  “Kimler yazmış bu yazıyı yazanı// Gönül arz etmiyor böyle düzeni..” diyerek yaşanan eşitsizliklere karşı toplumcu tavrını ortaya koydu. O halkın sorunlarına gözünü kapatmayan bir sanatçıydı. Onca acılar yaşanırken halkına sırtını dönmedi, gözlerini kapamadı. O acıları derinden hissederek şarkılara, türkülere dönüştürerek yaşadı.

1976 yılında Kerem Güney tarafından bestelenen Sabahattin Ali’nin Aldırma Gönül adlı şiirini farklı bir yorumla kitlelerle buluşturdu. Bilinen bir şiirin şarkı olarak söylenmesi başka bir etki yaratıyor insanın ruhunda. 1970’lerde her gün ölümlerin olduğu, ne zaman ne olacağının bilinmediği öngörülemez olanın yaşandığı güçlü dayanışma duygularının yaşandığı bir ortamda içimizdeki sıkıntıyı aşmanın, zorluklara karşı direnmenin sembolü oldu ‘Aldırma Gönül’ şarkısı. “Başın Öne eğilmesin…” Kederin, bir şeyleri engelleyememenin önüne geçememenin ağırlığının üzerimize çöktüğü bir dönemde yaraya sürülmüş bir merhem gibiydi. Hele meydanlarda binlerce insanla bu şarkıyı söylemek;sesin yankılanmasının büyüsüne kapılmak geçici olarak da içinde bulunulan olumsuz ruh halinden çıkışı kolaylaştırıyordu. Meydanların hafızası varsa o sesler yine yankılanır.

Önce karşıt silahlı güçler harekete geçirildi. İç savaş benzeri günler yaşandı. Kutuplaşma, bloklaşma o dönemde MC -Milliyetçi Cephe- hükümetleriyle kendini gösterdi. Sol güçler amip gibi bölündükçe bölündü. Umut dolu günlerin yerini belirsizlik aldı.Sonra 12 Eylül askeri darbesi ile sonuçları bugünde etkisini gösteren toplum mühendisliğinin sonuçları yaşandı. Bu yılların sonuçlarını bir aydın sanatçı olarak o da yaşadı. 1980’lerde TRT’de yasaklı sanatçılar listesindeydi. O, boyun eğmedi; öyle büyük sözler ederek değil eylemleriyle, konserleriyle bunu gösterdi. Zaten sözden çok eylem belirler yaşamdaki konumunuzu.

1980’lerin ortasında Türkiye’de başlayan demokrasi süreci onun yeniden kitlelerle buluşmasını sağladı. 1990’ların ortasında Türküler Yanmaz diyerek Sivas’ta yaşananlara karşı tavrını koydu:“….Kararmış yüreğin hiç ışığı olmaz// Bilmez misin ki türküler yanmaz//”

Politik tavrı olmayan bir sanatçı zamana dokunmuş sayılmaz. Yaşananları yok saymak, görmezden gelmek yaşananlara dolaylı olarak destek vermek anlamına gelir. O bu türden bir sanatçı değildi.

1990’ların ortalarında insan hakları ihlallerinin uluslararası alana taşındığı,  faili meçhul cinayetlerin, yolsuzluğun, yoksulluğun arttığı, demokrasi arayışlarının kısıtlandığı bir dönemde Karabasan gibi yaşanan zamanın geçiciliğine dikkat çekmek için Nazım Hikmet’in ‘Güzel Günler Göreceğiz’ göreceğiz şiirini besteledi. “Güzel günler göreceğiz çocuklar// Motorları maviliklere süreceğiz…” Şimdiki zamanın yarattığı basınçtan, çıkmazdan kurtuluşun mümkün olabileceğini dile getirdi. Nazım dizeleri onda daha bir derinlik kazandı, yüz binler onunla birlikte bu şarkıyı söyledi.

Edip Akbayram, emekten, sömürüsüz eşit dünyadan yana tavır aldı. Çoğu için şimdilerde romantik düşler de olsa eşit bir dünya anlayışından vazgeçmedi. Umutsuzluğa düşmedi ya da en azından milyonların önünde içten sıcak gülümsemesiyle yaşanan kötü günlerin geçeceğine olan inancını hep gösterdi.Bizim düşlerimizi, arzularımızı yansıtan şarkıları, türküleri söyledi. Bağrından çıktığı halkın olumlu değerlerine sahip çıktı, onu devrimci kültürle sentezledi.  Yaşamında sadelikten yanaydı, hiç tepeden bakmadı. 

Yaşamıyla da bunu ortaya koydu. Sade mütevazı bir kişiliği vardı. Magazin basınının sayfalarına skandallarıyla düşmedi.O, dayanışma sözcüğünün somutlaşmasıydı. Yoksulların, işçilerin, gençlerin yani mücadele edenlerin yanında yer aldı. Şiirlerde kalanları şarkılara dönüştürdü. Onların yeniden milyonların dilinde gönlünde olmasını sağladı.Biz kendimizi bulduk onda. Umutsuzluğa düşmedi, yarınların daha güzel olacağına inandı hep. Ruhumuza dokundu ince ince, şarkılarıyla türküleriyle bir dantel gibi işledi. 

Sanatçı yaşadığı dönemde duruşuyla, tavrıyla, yaptıklarıyla yapmadıklarıyla hangi tarafta olduğunu ortaya koyar. O hiçbir zaman egemenlerin safında yer almadı. O, halkının mücadele edenlerin, yoksulların emekçilerin, ezilenlerin kalbinde yer aldı. Orası oldukça geniş bir alandır, daha nicesine yer vardır. Ama orada almayı herkes hak etmez, edemez. O, bunu başardı. Işıklar içinde uyu çağımızın vicdanı, onurlu sesi, baş eğmen ozan. İyi ki aynı dönemde yaşamışız.

.