Engin BAŞCI
Hayatın trajikomik yanı olsa gerek.
Onca öğretmeni mesleğinden uzaklaştıracaksın, tutuklayacaksın, geleceğiyle oynayacaksın sonra yılda bir günü öğretmenler günü ilan edip kutlayacaksın.
Bizim memleketin hallerinin 12 Eylül darbe yıllarındaki görüntüsü bu.
24 Kasım Öğretmenler günü, 1981 yılında 12 Eylül darbe yönetiminin lideri, Devlet Başkanı Kenan Evren tarafından ilan edildi.
O yıl Atatürk Yılı idi.
Atatürk’ün doğumunun 100. yılı dolayısıyla onun başöğretmenlik unvanını aldığı gün olan 24 Kasım 1928’in yıldönümleri Öğretmenler Günü olarak kabul edildi.
Amaç, meslek dayanışmasını ve öğretmenliğin saygınlığını güçlendirmekti.
Ama o yıllarda cezaevleri öğretmenlerle de doluydu, pek çoğu da mesleğinden uzaklaştırılmıştı.
***
Öğretmenler Günü dünyada da kutlanıyor, ama farklı tarihlerde… Bu farklılığın nedeni ülkelerin sosyal, kültürel ve tarihi özellikleri…
Ancak birçok ülkenin kabul ettiği ortak tarih 5 Ekim.
5 Ekim 1966 öğretmenlik mesleği açısından önemli bir gün.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) öğretmenlerin statüsü hakkındaki tavsiyelerini o gün kabul edip yayımladı.
Birleşmiş Milletler de 1994 yılında bu tavsiye kararlarının yayımlandığı 5 Ekim 1966 gününün yıldönümlerini Dünya Öğretmenler Günü olarak ilan etti.
***
O gün ya da bugün…
Elbette bir semboldür ama öğretmenlik mesleğinin saygınlığını bir yerlerde kabul edilmiş bir gün belirleyemez.
Ve tıpkı anneler ya da babalar günü gibi tek bir güne sığdırılamaz.
Öğretmenlik mesleğinin önemi ve saygınlığı uygarlık tarihi içinde süzülerek oluşmuş ve her birimizin hayatında da anlam kazanmış bir değere sahiptir.
Bu aslında bilginin değeridir.
Ve öğretmenler uygarlık tarihi boyunca bilginin en önemli aktarıcıları olmuştur.
Bilgi onlar sayesinde kuşaktan kuşağa aktarılarak zenginleşmiştir.
Tıpkı Sokrates’in Diotima’nın öğrencisi olduğu gibi…
Platon’un Sokrates’ten, Aristoteles’in Platon’dan ders alması gibi…
Dijital teknolojinin hayatı şekillendirdiği bugünü yorumlarken ve bugünkü bilgiyi aktarırken bu ilk öğreticilere göndermeler yapmamız gibi…
***
Öğretmenlerimizin hepimiz hayatında önemli bir yeri var.
Ben bu noktada ilkokul öğretmenlerini ayrı bir yere koyarım.
Aile dışında ilk harcı atan onlardır.
Eğitim hayatımızda bizi keşfeden, yönlendiren, belki de ilgilerimizi şekillendiren ilk kaşiflerdir.
Sonrasında her öğretmen yapıya bir taş koyar.
Onları yerine oturtmak işi ise bize düşer.
Bilgiyi hayatına katmak, o bilgiyi kullanarak hayatı anlamlı ve değerli hale getirmek yani…
***
Sizler gibi benim de hayatımda birbirinden değerli öğretmenlerim oldu.
İlkokul öğretmenim İsmet Ceylan’ı hiç unutmam mesela…
Saygım ve sevgim sonsuzdur.
Ondan çok şey öğrendim, bende emeği büyüktür, minnetle anıyorum ama geldiğim aşamada dünyaya ondan çok farklı bakıyorum.
Yıllar içinde onun öğrettiklerine yeni bilgiler ekledim.
Okudum, yaşadım, gözlemledim…
Tüm bunların belirleyiciliğinde içinde yaşadığımız dünyayı ve hayatı anlamlandırdım.
Bu yolculukta birbirinden değerli öğretmenlerim oldu.
Üniversite yılları çok önemlidir.
O zamana değin öğrendiğiniz her şeyi bilimsel bilginin nesnelliği içinde yeniden yorumlarsınız.
Öğreticiniz ve yol göstericiniz yine hocalarınız (burada üniversitedeki nitelemeyi kullanacağım) olur.
Benim üniversite ilk öğrendiğim şey zamanın değeri ve onu yönetebilme yetisiydi.
Siyaset Bilimi dersi aldığım Ahmet Taner Kışlalı’dan öğrendim bunu.
Kol saatini çıkarır masanın üstüne koyar, bize anlattığı dünyayı o ders için tanımlanan zamanın içine sığdırırdı.
Bu öyle bir şeydi ki bize aktardığı bilgiler, siyasal gündeme dair olan bitenler, bunlarla ilgili olarak bizim düşüncelerimiz, yorumlarımız ve tartışmalarımız hepsi ama hepsi o zamanın içindeydi…
Ve bir Ünsal Oskay geçti hayatımızdan.
Öyle biriydi ki hepimiz hayatında bambaşka bir pencere açtı.
Düşündük, sorguladık, eleştirdik, kimin neyi ne için yaptığını anlamaya çalıştık.
Dünyanın bütün renkleri önümüze saçıldı.
Karayı da gördük, akı da.
Gökkuşağının tüm renkleri hayatımızdaydı artık.
Sonra Cemal Mıhçıoğlu hocamız oldu.
Zor bir hocaydı, ama hayatıma kattığım en önemli ve değerli bilgilerden birini ondan öğrendim.
Katılmanın, katılarak değiştirmeye çalışmanın, hayatını başkalarının kararlarına teslim olmadan kendi elinde tutmanın ne kadar önemli olduğunun bilgisiydi bu.
Mutluluğun şifresiydi sanki…
Nilgün Abisel beni sinemayla tanıştırdı, Seçil Büker filmleri kitap gibi okumayı öğretti.
O yüzden sinema benim hayatı anlamlandırma ve yorumlamamda kitaplar kadar önemli bir yer tutar.
Tural Erol’dan resmin, Asım Cem Konuralp’ten müziğin hayatımızdaki yerini öğrendim.
Baktığım her tabloda, dinlediğim her müzikte renklerin ve notaların hayata kattığı anlamı sorgulamaya başladım.
Sanatın peşinden koştum, Ernst Fischer’in dediğince “gerekliliğini” idrak ettim…
Sonra gazeteci oldum.
Her meslek büyüğümden bir şeyler öğrendim.
İlk ustam Bekir Coşkun’du.
Bana verdiği ve o zamanlar yadırgadığım her görevin aslında beni geliştirmek için verilmiş olduğunu yıllar sonra anladım.
Ondaki gazetecilik reflekslerini mesleğime katmaya çalıştım.
Daha pek çok meslek büyüğüm oldu.
İyiyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı onların yaptıklarında gördüm.
İyiyi ve doğru olanları aldım, diğerlerine ket vurdum.
Aslında yaşadığımız her şey öğrenme sürecinin bir parçası.
Bu anlamda arkadaşları, meslektaşları da insanın öğretmeni olabiliyor.
Yeter ki deneylediğimiz her yaşantıda iyiyi ve doğruyu seçip hayatımıza katabilelim.
***
Gerçek, hem gazetecilikte hem hayatımda benim kutup yıldızım olmuştur. Doğru olanı gerçeğe bakarak bulurum.
Bu bir keşiftir.
Benim böylesi bir “kaşif” olmamda en büyük pay da öğretmenlerimindir.
Sadece bir günleri değil, her günleri kutlu olsun…