Tek Denklemli Şizofreni…

Buse Gülin

Bu aralar çok umutsuz, çok gergin gibiyiz. Yüzümüzdeki ifadelerin kalıplaşmış hatta dayatılmış bir hali var. İçtenlikle kurulan cümleleri özlüyorum. Emirden uzak tek bir tutumumuz kalmamış. O kadar gömülmüşüz ki modern olmanın içerisine, insan olmanın ilkel tadını kaçırıyoruz.

Hayatımızda her şeyin bir kuralı var. Bir gün sonrası için şimdiden alarmlar kurulu, toplantılar ayarlanmış, yemek saatleri belli hatta eve varışların bile ortalaması çıkarılmış.. Gerçekten bizi bir cyborg’dan ayıran ne var? Komuta dayalı olarak çalışıyor olmamızın başlığı altında, bizim bir irade sahibi olmamızın değeri yok. Biat edebilen her özgür güç, aslında özgürlükten muaftır, 2 kelimelik söz öbekleri hızlıca 1’e indi. Ne mutlu bize! Hayatımızı küçültüyoruz ama belli ki yanlış ve fazlasıyla huzursuz bir yerden. İnsanlığın kitlesel problemi her şeyi yanlış anlamak üstüne kurulu artık. Düz çekebildiğimiz çizgiler yok. Ya Kalemlerin ucu kırılıyor ya zeminler pürüzlü. Bir şekilde rota hep engelleniyor. Sonuca giden yollar hep çetrefilli.. Bu yüzden artık kimse yürümüyor. Hepimiz kendimizi taşıtacak birini bulmuşuz, bazılarımızın yükü diğerlerine oranla daha fazla. Yüzsüzce bununla böbürlenir gibiyiz. İdeal olan hayata erişim hakkını sadece kendinde görenler var. Tek denklemi olan şizofreni geliştirdik. Bu bütünsel delilik, Bireysel halüsinasyon dahilinde çalışıyor üstelik her şeyi kendimize istememize sebep oluyor hem de her şeyi. Temel soru insanın her şeye ihtiyacı var mı ? Bence hayır, sizce?

Sanrıları baş tacı etmek gibi ritüellerimiz var. Soluduğumuz havayla bulaşıyor. Narsisizm ise nimet gibi; hep yok satıyor. Sûkut bir sanat eseriydi, şimdi ise bilinçli kötülük müthiş bir pahaymışcasına açık arttırmada satılıyor. Müptelası olmuşuz karanlık her şeyin, tüm patikalar gözler kapalı halde yürünüyor. Artık rahmimizden çıkan insan olduğunda üzülüyoruz, bunca kötülüğü yenebilmek için ondan(kötülükten) olana ihtiyaç var. Bu yüzdendir başında sabahladığımız artık mabetler değil, kuytuda kalan hesapta egzotik enkazlar.

İçselleştirdiğimiz bir de sakatlıklarımız var. Kimisi güzel takımlar giyerek, kimisi parlak rujlar sürerek bunları aklıyorlar. Vicdanın mekanizması yok edilmiş, çığlıklar atmosferin koridorlarında yolunu bulamıyorlar. Pusulalarımız çok eski moda gelse de, sadece dürüst olan onlar.. Nereye kadar kaçabilir ki insan, rulete bedel olarak koyduğu kendi ruhuysa?

Korku, Cehennemin en dişi suikastçisidir. Kendisinin ne modası geçer ne ordusu tükenir. Her evin kapısına dikebilmek için elinde büyük boy çelenkleri bulunur. Her daim Avlanmak adına dışarıda bekliyor, Şans eseri evlerimizin pencereleri çok büyük, mezarlığı adına çektiği çitleri görüyoruz. “Yenilme” diye çığlık atıyor umutlar. Yenilme ki senin lehine bir kıyamet günü doğsun.. çünkü kıyamete varabilmekte bir başarı bu ortamda. Tanrıya ait olabilen, layık bulunan sonunu görürmüş dünyanın, şeytanın sürüklediği çukurun ise, dibi buğulu bir sarmal. Yerin çatlağındaki bu delik oval dursa da, içinde var olan dünyanın geometrisi bulunmuyor.

Sırların cildi kırışsa da ruhları hala aynı. Liyakatle korudukları isimler var, acımadan siper oluyorlar. Kurşun geçirmeyen aslında insanlar değilmiş, şu yaşlarımızda öğreniyoruz.

Zorlayarak devam edilmez hiç bir yolculuğa, inisiyatiflerimizin boynu bükük, heveslerimizin tedirginlikleri fazla. Kime gidersek gidelim, farklı noktalardan tüketiliyoruz. Hayat noksan olmak üzerine mi kurulu şu sıralar yoksa noksanlığı lüks olarak hayatta biz mi tutuyoruz?

Hayatımızda her şey ama her şey dengeden uzak biçimleniyor. Soluk borularımıza saplı duran tekinsizlikler var, sağlıklı kelimeleri kendi tükürüklerimizde boğuyorlar. Umutlu cümleler yazabilenin, okuyabilenin hatta telaffuz edebilenin yaşamak adına müthiş bir iradesi var. Hepimiz, kendi hayatlarımız için savaşıyoruz.

Bu yüzden kimsenin direnişini küçük görmeye, koşulları eşleştirmeye ya da yarıştırmaya gerek yok. Herkesin kendi yolculuğunda aşağı sallandığı yamacın yüksekliği ayrı. 

Bizi ne kurtarır? Uzun zamandır üzerine düşünüyorum. Derimizin içinde saklı tuttuğumuz 2 erdem: Cesaret ve Sevgi. Deliliğin eşiğinde ayak izleri bırakırken dahi, bunlardan ödün vermemek gerekiyor. Bizi, yine birbirimizi sevmek ve bütünleşmek kurtaracak. Yer/ yön / cinsiyet/ ülke/ din/ toprak/ renk/ dil / edebiyat / sanat.. Hayır ayırmayacağız çünkü kategorize etmek için yaratılmadık. Koşullu vereceğimiz değerlerimiz yok. Bu yüzden duyguların limitleri var edilmedi. Somut tutulsalardı, sonları olurdu ama ölümsüz kalabilmeleri adına bedensiz yaratıldılar.  

Kim olursak olalım, sadece sevelim. Nereden geliyor olursak olalım, affedelim. Yükümüzün biçimi ne olursa olsun, başkasına gücümüz yetiyorsa; ağırlığını bölüşelim. Dünya böyle kurtulur. Dünyayı vefa ve peşinden yürüyen erdemler kurtaracak.

Fotoğraf : Karen Gillespie, Pinterest