Prof. Dr. Deniz Yengin
Asosyal mi olsak?
İnsan sosyal bir varlıktır. Sosyalleşme ise iletişim kurabilmektir. İşte bu temel mekanizma üzerine inşa edilmiş bir dünyadan bahsediyoruz. Eski çağlardan günümüze bu sosyalleşme süreci sürekli kendini yenileyerek, güncelleyerek yoluna devam etmiştir. Burada sadece; kimi zaman sınırlar ortadan kalkmış, kimi zaman da mekanlar. Bu doğrultuda yaşamımızın her noktasına nüfuz eden dokunan bir dijitalleşme olgusundan bahsediyoruz artık.
Dijitalleşme.
Matrix filmini izlerken Wachowski kardeşler 99 yılında bizlere önemli iki mesaj verdiler. Biri sıfırla birler, bir diğeri de similasyondu. Bu yıllarda internet üzerinden bankacılık işlemlerini yapanların sayısı on binleri geçmiyordu. Ama şimdi 40 milyon dijital mobil bankacılık işlemi yapan müşteri bulunuyor.
1972 yılında temeli atılan Mernis projesinin kullanıma geçmesi 2003 yılında gerçekleşmiştir. Bilgi toplumuna geçiş serüveninde önemli bir e-devlet uygulaması olmayı başarmıştır. Buradaki ilk hedef tek numara (nüfus seri no, vergi no, ssk no, vb.) üzerinden kontrol mekanizması sağlamaktır. Bütün bu süreçler kamudaki evrak süreçlerine ciddi hız kazandırmasının yanında da vatandaşları rahatlıkla kontrol edebilme kolaylığı da sağlamıştır.
Gerçek olarak nitelendirilen fiziki işlem trafiğinin neredeyse tamamı dijital otomastonlarla rahatlıkla kullanılabilmektedir. Tabi bizler bu süreçleri izler ve öğrenirken 2004 yılında kurulan ve 2006 da kullanıma sunulan Facebook’la tanıştık. Sosyal ağ olarak tanımlanan bu arkadaş web portalı dünyayı derinden sarstı diyebiliriz. Günümüzde 2.3 milyar kullanıcısı olan bu platform sosyalleşmek için önemli bir araç olmayı başardı.
Bugünlere nasıl geldik?
Buralara nasıl geldik diye soranlarınız varsa bunu şu şekilde basitçe açıklayabiliriz. Her bir yenilik öncesinin uzantısı olduğunu kesinlikle bilmeliyiz. İnternet, bilgisayar, web portalları, sosyal ağlar ve en önemlisi de mobil teknolojilerin bileşimi şimdiki yaşadığımız dünyayı yönetmektedir. Bu doğrultuda bu dünyayı eleştirel bir yaklaşımla göstermeye ve anlatmaya çalışan “Sosyal İkilem” (the social dilemma) belgeselinden sizlere bazı eleştirileri paylaşmaya ve bunları değerlendirmeye çalışacağım.
McLuhan “araç mesajdır” diyerek bütün dikkatimizi medyanın kendisinin de bir ileti olduğuna çevirmiştir. O; bunları söylediğinde televizyonu kastediyordu. Televizyon da kendi döneminin önemli bir aracı olmayı kesinlikle başarmıştır. Şimdi ise konuşulan tek konu dijital kapitalizm çevresinde oluşturulan dijital iletişim dünyası. Bu dünya; ne düşünmemiz, ne konuşmamız, ne söylemememiz, ne giymemiz, nereye gitmemiz, nasıl yaşamamız, ne satın almamız gerektiğini söyleyen bir güce sahip.
Orwell’in “1984”ü, Huxley’in “Cesur Yeni Dünya”sı ve Zamyatin’in “Biz”i gibi distopyalar gerçek mi oluyor? Bu soruyu kendimize sorduğumuzda gerçekleri görmekte kimi zaman zorlanabiliriz. Ama bu belgeselde “bizim ürettiğimiz teknolojinin bizleri nasıl köleleştirdiği” sorusuna dijital kapitalizmin 5 önemli sermayesi olan firmaların üst düzey yöneticileri sorgulayıcı ve özeleştirel bir yaklaşımla bizleri aydınlatmaya çalışıyor. Hepimizin son dönemde sıklıkla okuduğu araştırdığı terminolojiler, bu distopik belgeselle açığa çıkıyor. Gelin şimdi belgeselden bazı kesitleri paylaşarak konuyu değerlendirelim.
“Ölümlülerin hayatına giren tüm büyük olaylar beraberinde lanet getirir.” Sofokles
Google, apple, twitter, facebook, pinterest, instagram, gmail, like, chat, tiktok, vb. Bunların hepsinde en önemli amaç “ekran süreleri”dir. Sosyal ağlarda kullanıcıların ekranda geçirdiği süre üzerinden bir ekonomi yaratılmıştır. Dolayısıyla bu dijital dünya içerisinde bizlerin ekran başında kaldığı sürelerden para kazanan bir sermaye bulunmaktadır. Bu sosyal ağ firmaları “dikkat ekonomisi, yankı odaları, ikna mekanizması” gibi yaklaşımlarla Shoshana Zuboff’un altını çizdiği “Gözetim Kapitalizmi”nin büyük biraderi olmayı başarmışlardır.
Google’ın eski tasarım etikçisi olan Tristan Harris; insanların tek bir sorun olduğunu görmesini istemektedir. Televizyon yayınları için üretilen her bir yayın içeriğinin çocuklarda etkisinin olup olmadığı ölçülerek yayınlandığını belirten Harris; şimdilerde ise sosyal ağlar için üretilen yeniliklerde hiç bir etik sorgulamanın yapılmadığının altını çizmektedir.
Sosyalleşme uğruna dijital dünyada faaliyet gösteren tüm kullanıcılar ürünün kendileri olduğundan habersizdir. Ürün için para ödemiyorsan ürün sensin. Bu cümleden bihaber yaşayan sosyal ağ kullanıcısı bulunmaktadır. Hatta ve hatta z kuşak bunun farkında bile değildir.
Çok fazla veri gerekli.
“İnsan vadeli işlemi yapan pazarlarımız var.” Bu ifade dikkatimi çekti. Ürün bizleriz evet bu doğru ama insan vadeli işlem çok ağır geldi. Tamamiyle iktisat terminolojisinde kullanılan ifadelerle insanlar sınıflandırılıyor. Bu doğrultuda; kullanıcıların yaptığı her hareket takip ediliyor. Hatta en önemlisi ne kadar süreyle baktığınız çok önemli. İnsan denetimi olmayan sistemler de bizim ne yapmamız gerektiğine karar veriyor.
Bu verilerle ne yapıyorlar?
Hareketlerimizi ön gören modeller üretiyorlar. En iyi modeli yazan kazanıyor. Harris’e göre bu firmaların 3 ana hedefi var; meşguliyet (kaydırmaya devam), büyüme (arkadaş artışı), reklam (para kazanmak). Bu üçleme üzerine inşa edilen gözetim ekonomisi, ekran sürelerinin artışı ve kalıcılığıyla para kazanıyor.
Yeterince gelişmiş her teknoloji sihirden farksızdır.
Arthur C. Clarke
Stanford İkna Teknolojileri Laboratuvarında eğitim alan Harris; kullanıcıların parmaklarıyla yukarı aşağı yapmalarını istediklerini söylüyor. Buradaki amaç: Nasıl ikna ederiz ve teknolojiye nasıl dahil edebiliriz? Örneğin; Facebook, fotoğraf etiketleme özelliği. Harika bir görünür kılma olarak gördü ve sistemi daha da geliştirdi. Bu sistemlerin amacı bizlerin daha fazla ekrana bakmamızdır. Kısaca bizler ekran zombileriyiz.
Tristan Harris araçla ilgili güzel bir örnek veriyor: Bisiklet icad edildiğinde kimse sinirlenmemişti. Bisikletler; insanları etkiliyor, çocukları uzaklaştırıyor ya da insanların doğruyu söylemelerini engelliyor demedi. Bir araç olduğu yerde kalır. Sabırla bekler. Bir şey araç değilse sizden talepleri olur. Sizi baştan çıkarır, malipüle eder, yönlendirir, sizden bir şeyler ister. Araç tabanlı bir sistemden bir bağımlılığa ve manipülasyon tabanlı teknolojiye geçtik.
Bu örnekle şunu söyleyebiliriz ki; sosyal medya bir araç değil!!
Müşterilerine “kullanıcı” diyen sadece iki sektör var:
Yasa dışı uyuşturucu ve yazılım sektörleri.
Edward Tufte
Kullanıcılara ekran süresini sorduğumuzda genellikle 1-2 saat olarak kullanıcılar yanıt veriyor. Ama Moment programını üreten Holesh bu sorunun cevabını tam öğrenmek istiyordu. Bu aplikasyonun kullanımları sonucunda doğrular ortaya çıktı. Kullanıcıların vermiş olduğu yanıtların 3 katı fazlasıyla bir ekran süresi çıkmıştır. Dolayısıyla 2 saat ekranda kaldığını belirten bir kişi aslında 6 saat ekranda.
Herkes herkesin aynı şeyi gördüğünü zannediyor. Ama aslında herkes farklı içerikler görmektedir. Herkese görmesi istenen önüne çıkıyor. Burada da herkese ait farklı algoritmalar üretildiğidir.
Bir MIT araştırması twitterda sahte haberlerin gerçek haberlerden 6 kat daha hızlı yayıldığını söylüyor. Sahtesi gerçeğinden 6 kat hızlıysa dünya ne hale gelir? Ne doğru ne yanlış insanlar bilmiyor. Gerçek insanlara daha sıkıcı geliyor artık. Söylenti bombardımanı daha çok hoşlarına gidiyor.
Teknoloji varoluşsal bir tehdit değil, toplumun duruşu bir tehdit oluşturuyor. Malesef sosyal ağlar dijital frankeştayn halini aldı. Bu teknolojiler sadece insanların dikkatini ekranda tutmak için mücadele ediyor. Beğen tuşunu yarattıklarındaki amaç, dünyaya olumlu düşünceler ve sevgi yaymaktı. Bu düşünceler ne hale geldi. Beğeni alamayınca depresyona girmeler, siyasi kutuplaşmalar arttı. Facebook’tasınız ve her şeyi kontrol ettiğinizi sanıyorsunuz. Ama esasında onlar bizi kontrol ediyor. Unutmayalım ki müşteri biziz.
Zuboff; bu sistemin yasaklanması gerektiğini söylüyor. Çünkü zamanında organ pazarlarını yasakladık, köle pazarlarını yasakladık. Bunları da yasaklamalıyız. Yoksa gelecek kalmayacak. Neden? Çünkü bu şirketler bizleri kullanmaktan vazgeçemiyor.
Sonuç olarak;
Her konuda yasa var ama dijitalle ilgili yeterince yasa bulunmuyor.
Biz yarattık ve değiştirmek de bizlerin sorumluluğunda.
Sağlıklı toplum yapısı bu sömürü algoritmasından kurtulmamıza bağlıdır.
İletişim ve kültürün içine malipülasyonu ve maalesef aldatma ve sinsilik koyulduğu belirtiliyor. Buna engel olmalıyız ya da şeffaflaştırmalıyız.
Dijital dünyanın üst yöneticileri bu itiraflarda bulunurken kendi çocuklarına da kesinlikle bu sistemleri kullandırmadıklarını da ifade ediyorlar.
Bunu her zaman ve her yerde söylüyorum;
Teknoloji her dönem olacak ve her önemli faaliyetimizin içinde de yer alacaktır. Buna engel olamayız. Ama en azından bunu kontrol edebiliriz. Artık; aydınlık bir gelecek için, üretmiş olduğumuz her bir aracın kölesi olma mantığına son vermeliyiz.