Engin BAŞCI
Günlerden pazar…
Metrobüsteyim, işe gidiyorum…
Bindiğim durakta oturacak bir iki koltuk vardı.
İki durak sonra doldu metrobüs, yine çok yoğun değil…
Herkesin bir nedeni var Pazar sabahı yollara düşmek için.
Kimi benim gibi işe gidiyor, kimi gezmeye, kimi eş dost ziyaretine, kimi de arkadaşlarıyla bir hafta sonu geçirmeye…
Hava serin, hatta soğukça… Belki yağmur da yağar ilerleyen saatlerde…
Sözün özü klasik bir pazar günü, klasik bir İstanbul sabahı…
Oysa ben Pazar sabahlarını genelde evde geçirmeyi severim.
Pazarları ailemle kahvaltı yapmak en sevdiğim alışkanlıklardandır. Çocukluktan kalma…
O yıllar güzeldi…
Şimdinin yaşantısından çok farklıydı pek çok şey.
Televizyon yoktu ya da daha çok yeniydi.
Yeni olduğu zamanlarda da her evde yoktu. O yüzden radyo bizim evin ve pek çok evin en önemli iletişim ve eğlence aracıydı.
Eğlence dedim de, o zamanlarda ailece eğlence mekanlarına gidilebiliyordu.
Ekonomi yine sorunluydu ama hayat bu kadar pahalı değildi…
Örneğin tek maaşın girdiği bir memur ailesi hafta sonları çoluk çocuk sinemaya, tiyatroya gidebiliyordu.
Konserler bu kadar yaygın değildi. Gazinolar vardı.
İzmir Fuarı halkın sevdiği sanatçılarla buluştuğu organizasyonlardandı.
O yıllarda aileler, hatta memur ve işçi aileleri de gazinolara gidebiliyordu.
O zamanlar gazinoların aile matineleri vardı. Ücretleri de akşam seansına göre nispeten ucuzdu.
Ankara’da Gençlik Parkı’ndaki aile gazinosuna sıkça gittiğimiz hatırlarım.
Gazinolar popüler ses sanatçılarının halkla buluştuğu en önemli ortamlardandı.
Radyo ise bambaşka bir dünyaydı.
Ailece etrafında toplanılır hafta sonu canlı olarak yayınlanan eğlence programları dinlenirdi.
Cumartesi ve Pazar sabahlarının kahvaltı yanı eğlencesiydi.
Televizyonun olmadığı zamanlarda ve evlerde radyo tiyatroları film ve dizi film yerine geçerdi.
Avukat Perry Mason’un öyküleri, Kerim Afşar’ın muhteşem sesi… Onun yayınlandığı günleri polisiye roman tutkunu olan babamla merakla beklerdik…
Radyo günleri çok özeldi.
Belki de özel olan radyoydu. Sesin o sihirli dünyası o yıllarda bizi kendine çekiyordu.
Seslerin büyüsünde hikâyedeki hayatı hayal ederdik…
O yüzden sesler kadar radyonun kahramanları da sihirliydi…
Her dinleyende farklı bir şekle girerlerdi…
Sonra arkası yarınlar…
Ejder Akışık, Işık Yenersu, Semih Sergen, Macide Tanır, Macit Flordun, Tijen Par ilk anda aklıma gelen sesler…
Elbette daha niceleri var. Tek tek saysam bu yazının sayfaları uzar gider.
Bu seslerin yanında biri var ki, radyodaki hikâyelerin bizde canlanmasında ve hayatımıza katılmasında o sesler kadar önemli ve özel.
Efektör Korkmaz Çakar…
Ne mutlu bana ki, Korkmaz Ağabeyle aynı mekanda çalışma şansını yaşadım…
İstanbul Radyosu’nun havasını o kuşakla beraber soludum… Nice değerli prodüktör, nice değerli teknisyen ve spiker tanıdım…
Çocukluğumda beni büyüleyen radyonun ruhunu gördüm.
O radyoya sayısız haberler yazdım, olay yerinden ses oldum, anlattım.
Onlarla birlikte olduğum, radyonun ruhunu yaşadığım her an eskiye gittim.
Tıpkı bu satırları yazarken olduğu gibi…
Şimdilerde hayat farklı…
Bırakın radyoyu televizyon bile eskidi artık.
Dijital çağın hızı içinde yaşıyoruz.
Bu yazıyı metrobüs yolculuğu sırasında yazmam da böyle bir hayatın getirdiği bir durum.
Cep telefonları artık sadece telefon değil. Aynı zamanda bilgisayar, radyo, televizyon, web tv, sinema ve dizi kanalı, dijital platform ve sosyal ağları takip ettiğimiz bir yeni medya cihazı…
Bir başka deyişle dijital çağın getirdiği yeni ve hızlı hayatın yeni iletişim ve eğlence mecrası…
Story’lerle kısa kısa hikâyelerle olan biteni takip etmeye alıştık.
Evlere kapandık, gittiğimiz mekanlarda da cep telefonlarına hapsolduk…
İnternet ücreti ödeyince ne sinema, ne tiyatro, ne opera, ne bale, ne konser… Hepsi avucumuzun içinde artık…
Kitap bile sesli, dinleyeni varsa tabi…
Belki de o yüzden giderek düşen ücretlerle giderek pahalılaşan bir hayata katlanıyoruz.
Gerçek hayatta para harcayarak deneyleyebileceğimiz pek çok yaşantıyı sanal bir dünyada tüketerek tatmin oluyoruz.
Dijital çağın hızı içinde silikleşen gerçekliğimizi yaşıyoruz.
Olan biten her şeye rıza gösteriyor, şükrediyoruz.
İtirazlarımız bile sanal bir dünyanın içinde sabun köpüğüne dönüşüyor.
Bir kabarıyor bir sönüyor.
Geçmiş zamanlardaki gibi değil artık, meydanlar ve sokaklar sessiz.
Geçmişin itiraz kültürü de dijital çağın hızı içinde eriyip gitti.
Elon Musk’lar artık daha mutlu ve huzurludur.
Koltuklarına kurulup, kefiyle purolarını yakıp viskilerini yudumlayarak senaryosunu yazdıkları filmi izliyorlardır.
Yolun sonuna geldik.
Metrobüs duracak birazdan.
Tüm inen binenler gibi ben de inip işe gideceğim.
Sonra iş bitecek, birkaç “story” eşliğinde aynı yoldan eve.
Hayat devam ediyor işte…