“Anadilinde eğitim almayan çocuklara eğitim vermek, öğretmenler için hem pedagojik hem de sosyo-duygusal bir mücadele alanıdır”…

Sosyolog, Eğitimci, Yazar Arslan Özdemir, anadilinde eğitim almayan çocuklara eğitim vermenin, öğretmenler için hem pedagojik hem de sosyo-duygusal bir mücadele alanı olduğunu belirterek, “Bir çocuğa anlamadığı bir dille eğitim vermek, ona susmasını emrederek konuşmasını istemektir.” dedi.

Arslan Özdemir, BİANET’te yazdığı makalesinde “öğretmen gözünden anadilsiz eğitim” konusunda dikkat çekerek özetle şunları yazdı.

“Dil, bireyin düşüncelerini şekillendiren, duygularını ifade eden ve kültürel kimliğini taşıyan temel bir araçtır. Eğitimde anadilinin kullanılması, öğrenme sürecinin etkinliği ve bireyin bilişsel, duygusal ve sosyal gelişimi için vazgeçilmez bir öneme sahip. Ancak çok dilli ve çok kültürlü toplumlarda, özellikle Türkiye gibi farklı etnik ve dilsel grupların bir arada bulunduğu ülkelerde, bazı çocuklar anadilleri dışında bir dilde eğitim almak zorunda kalıyor. Bu durum, öğrencilerde akademik ve duygusal sorunlara yol açarken, bu öğrencilere eğitim veren öğretmenler için de ciddi pedagojik, duygusal ve yönetsel zorluklar yaratıyor.

Anadilinde eğitim almayan öğrenciler, öğretmenin kullandığı eğitim dilini anlamakta güçlük çeker, bu da sınıf içinde etkili iletişimi engeller ve öğrenme sürecinde kopukluklara neden olur. Öğretmenin verdiği talimatlar, ders içeriği veya sınıf içi etkinlikler, dil bariyeri nedeniyle öğrenciler tarafından tam olarak anlaşılmaz. Bu durum, öğrencilerin derse katılımını azaltır ve öğretmenin anlatımını sürekli sadeleştirme, tekrar etme veya alternatif yöntemler arama zorunluluğu doğurur.

Eğitim sistemleri genellikle baskın dilin (Türkiye’de Türkçe) ihtiyaçlarına göre tasarlanmış müfredat ve materyaller sunar. Bu materyaller, anadili farklı olan öğrencilerin dil becerilerine ve kültürel bağlamlarına uygun olmayabilir. Örneğin, ders kitaplarındaki metinler, hikâyeler veya alıştırmalar, öğrencinin anadilindeki kelime dağarcığını veya kültürel referansları göz ardı edebilir. Bu durum, öğretmeni, öğrencinin seviyesine uygun alternatif materyaller üretmeye veya mevcut materyalleri uyarlamaya zorlar.

Anadilinde eğitim almayan öğrencilerle çalışmak, öğretmenler üzerinde yalnızca akademik değil, aynı zamanda duygusal bir yük oluşturur. Dil bariyeri, öğretmenin öğrencilerle sağlıklı bir duygusal bağ kurmasını zorlaştırabilir. Öğrenciler, anlamadıkları bir dilde eğitim alırken sık sık hayal kırıklığı, utangaçlık veya içe kapanma gibi tepkiler gösterebilir. Bu durum, öğretmenin öğrencilerle empati kurmasını güçleştirir ve zamanla yetersizlik hissi yaratabilir.

Örneğin, bir öğrencinin derse katılmaması veya dil engeli nedeniyle davranış sorunları sergilemesi, öğretmenin mesleki özgüvenini zedeleyebilir. Öğretmen, öğrencinin başarısızlığını kendi pedagojik yetersizliği olarak algılayabilir, bu da mesleki tükenmişlik riskini artırır. Öğretmen motivasyonunun temel belirleyicilerinden biri öğrencilerle kurulan duygusal bağdır. Bu bağın zayıf olması durumunda mesleki doyumu ciddi şekilde azalır.

Ayrıca, anadili farklı olan öğrencilerle çalışan öğretmenler, kültürel farklılıkları anlamak ve bunlara duyarlılık göstermek için ek bir çaba sarf etmek zorundadır. Örneğin, bir öğrencinin kültürel normları, öğretmenin sınıf içi beklentileriyle çelişebilir. Bu tür kültürel yanlış anlamalar, öğretmenin sınıf içinde otorite kurmasını zorlaştırabilir ve duygusal yorgunluğunu artırabilir.

Dilsel farklılıklar, sınıf yönetimini önemli ölçüde etkiler. Anadilinde eğitim almayan öğrenciler, öğretmenin kurallarını, beklentilerini veya talimatlarını tam olarak anlamayabilir. Bu durum, sınıf içinde disiplin sorunlarına yol açabilir.

Anadilinde eğitim almayan öğrencilerle çalışan öğretmenler, sıklıkla kendi pedagojik yeterliklerini sorgulamak zorunda kalır. Eğitim fakültelerinde genellikle tek dilli sınıflara yönelik bir müfredat sunulur ve çok dilli sınıflarda öğretim için özel bir pedagojik formasyon verilmez. Bu durum, öğretmenlerin kendilerini hazırlıksız hissetmelerine neden olur.

Türkiye gibi çok dilli toplumlarda, anadilinde eğitim alamama durumu yalnızca pedagojik bir sorun değil, aynı zamanda sosyo-politik bir meseledir. Eğitim sisteminin tek dilli bir yaklaşıma dayanması, azınlık dillerini konuşan öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalır. Bu durum, öğretmenlerin sistematik engellerle mücadele etmesini gerektirir. Örneğin, resmi müfredatın esnek olmaması veya anadili farklı olan öğrenciler için destekleyici politikaların eksikliği, öğretmenlerin kendi başlarına çözüm üretmesini zorunlu kılar.

Toplumdaki dilsel ve kültürel önyargılar da öğretmenlerin işini zorlaştırabilir. Örneğin, bazı veliler veya okul idarecileri, anadili farklı olan öğrencilerin “entegrasyon” adına anadillerini bir kenara bırakıp baskın dile uyum sağlamasını bekleyebilir. Bu beklenti, öğretmen üzerinde ek bir baskı yaratır ve öğrencinin kültürel kimliğini destekleme çabalarını sekteye uğratabilir.

Anadilinde eğitim almayan çocuklara ders veren öğretmenler; iletişim kurmakta zorlanmak, uygun materyal bulamamak, duygusal bağ kuramamak, sınıf yönetiminde güçlük yaşamak ve mesleki yetersizlik duygusuna kapılmak gibi çok yönlü sorunlarla karşı karşıya kalabiliyor. Bu zorluklar, yalnızca öğretmenlerin verimliliğini değil, aynı zamanda öğrencilerin akademik başarısını ve duygusal sağlığını da olumsuz etkiler. Bu nedenle eğitimde anadilinin kullanımı, öğrencilerin bilişsel ve duygusal gelişimini destekleyen temel bir hak olarak görülmelidir. Anadilinde eğitim, öğrencilerin derse aktif katılımını artırır, öğretmenlerin iletişim sorunlarını hafifletir ve sınıf içi etkileşimi güçlendirir. Türkiye gibi çok dilli toplumlarda, anadili temel alan bir eğitim sisteminin hem anayasal hem de pedagojik bir hak olarak tanınması ve bu doğrultuda yapısal reformların hayata geçirilmesi gerekiyor.

Anadilinde eğitim almayan çocuklara eğitim vermek, öğretmenler için hem pedagojik hem de sosyo-duygusal bir mücadele alanıdır. Ancak bu zorlukların üstesinden gelmenin en etkili yolu, anadilinde eğitimin esas alınmasıdır. Anadilde eğitim, öğrencilerin akademik başarısını ve özgüvenini artırırken, öğretmenlerin iş yükünü hafifletir ve sınıf içi iletişimi güçlendirir. Bu, yalnızca bireysel öğretmen çabalarıyla değil, aynı zamanda sistematik reformlar ve toplumsal duyarlılıkla mümkün olacaktır. Eğitimde dilsel çeşitliliğin bir zenginlik olarak kabul edilmesi hem öğrencilerin hem de öğretmenlerin potansiyelini ortaya çıkaracaktır.