Senin adına karar verenlere karşı bir yanıt: Hayır

Buse GÜLİN

Delilikten doğar tüm umutlar.

Kafasına nazikçe sıktım yasaklarımın.

Hangi davranış beni daha iyi tanımlardı?

Katil değil, kahramanım.

İtinayla biçimlendirilmiş kalıpların içerisine, itaat için sıkıştırılan canlılarız. Özgür doğuyoruz fakat dünyaya geldiğimiz toprak parçasının yazılı olmayan tüm kurallar bütününü sahiplenmek adına yetiştiriliyoruz. Hür irademizi sergileyebilme oranımız dahi yetiştiğimiz bölgenin gruplaşma biçimine( kolektif yaşama biçimi)  göre değişkenlik gösteriyor. X bir şehirde var olan kadın okula dahi gönderilmezken, Y’de doğmuş olan 4 üniversite bitirebiliyor.

Cinsiyetçiliği baz alarak derdimi anlattığım bir metin değil bu. Hoş! Bu coğrafyanın gelenekselliğinde, bu sorun çok iyi çalışıyor. Hayat damarları o kadar sağlam ki, yıllardır kadınlara uygulanan haksız müdahalelerin kökünü bir türlü kurutamadık. Ne hikmetse, her coğrafyanın ürünü olan bir kurallar bütünü var. Km’ler arasında hayatlar değişiyor veya sıkışıyor. Belki de birçok açıdan hem kadının hem de erkeğin -aşağı yukarı- eşit düzlemde maruz kaldığı bir “yoğurulma” sürecinden bahsediyoruz. Bunun adı “Toplum baskısıdır.”  Diğer değişle: “Köklerine bağlı kalma dayatmasıdır.”

Kök nedir? Kök, herhangi bir insanın bağlı olduğu gelenekselliğin biçimini sembol eden soyut bir olgudur. Kök dediğiniz şey, her insan için ayrı bir yapıya bağlılığı temel alır. Bazıları için kök kavramı içine doğduğu şehir, bazıları için aile, bazıları için ise daha da özelinde soyaddır. Her birey içine doğduğu ailenin veya bölgenin temsilcisi görevi görür. Daha doğrusu, bu görev o kişiye zoraki şekilde yüklenir. Bizi büyütürken, bunu sorumluluk kisvesi altında, zihnimizin en derin katmanına işlemeye çalışırlar. Aslında bizimle hiç alakası olmayan, nereden geldiği belirsiz, bir sürü davranış/konuşma/tonlama biçimi öğreniriz üstüne bu hayatımızı arzu etmediğimiz biçimde kısıtlar. Biçimlerle derdim olduğu doğru çünkü bunların bize “sorumluluk” olarak yüklenmesinin bir sebebi var. Kolektif açıdan kendisini var etmiş ve hiyerarşisini bir şekilde sürdürebilmiş her yasağın/dayatmanın fonksiyonu bireysel bir nedene bağlanırsa, işlevsiz kalır. Kaynağı belli olmayan her kuralın, çoğul bir düzene atfedilmesi gerekir çünkü hür irade altı doldurulmayan her teoriyi red eder. İradeyi bağlayıcı en büyük olgu kişinin “seçim algoritmasına” dokunmaktır. Kişiye ömür boyu taşıması gereken bir bayrak imajıyla yüklenen her “görev“, hür irade tarafından savuşturulamaz. Bu noktada, hayatımızı içine doğduğumuz toprağın/ topluluğun veya ailenin inisiyatifine bırakmış oluyoruz.

Hayatımızla ilgili alacağımız her karar, içine doğduğumuz ve bize zorla geçirilen kurallar bütününe uygun olmaya zorlanıyor. Evleneceğimiz kişi, evliliğimizin türü, seçeceğimiz meslek, giyim tarzımız, yapacağımız çocuğun sayısı, bireysel hak ve özgürlüklerimiz, çalışma biçimimiz ve süremiz… Her şey, sistematik olarak, kolektif(ortak) kategorileştirme biçimine kolaylıkla oturacak şekilde programlanmaya uygun hale getiriliyor. Kısaca, bizden bağımsız her şeyin “uygunluk limitine” göre hayat yaşamamız bekleniyor. Biz, limitleniyoruz.

Bu işin doğalı tabi ki bu değil. Gizemli şekilde var olan bir Emir- komut- kabul mekanizması var. Güçlü bir olgunun direktiflerine hayatımızı adapte etmemiz bekleniyor. Bu cümleyi aile/ bölge/ toplum/ soyad vb. aklınıza gelebilecek her kelime ile yeniden yazabilirsiniz. Peki, ya kabul etmediğimizde? Bireysel iradeden güçlü ne var? İnsanın özgürlüğü kontrole açık mıdır? İnsan özgürlüğü üstünde hiyerarşik baskı kabul eder mi? Bakınız bu daha doğru bir sorudur.

İradenizi yalnız kendinize bağlı tutmayı seçtiğinizde, içinde bulunduğunuz yapı sizi dışlar ve kasıtlı izole bırakır. Bu bir psikolojik baskı çeşididir. Sizi duygusal buhran yaratarak,  emir’i kabul etmeye zorlarlar. Bu yüzden direniş gösterdiğiniz müddetçe kabul görmezsiniz ve içinde olduğunuz bölge insanı( toplum) , aile ve kendi soyunuza bağlı küçük topluluklar (uzak-yakın akrabalar) tarafından dışlanırsınız. Hayatınız üstünde karar alabilme özgürlüğünüzü teslim etmeyi kabul ettiğinizde, izolasyon sonlandırılır. Kabul etmezseniz, küslükler- kavgalar belki yıllar boyu devam edecek dargınlıklar peydahlanır. İçinden çıktığınız yapıya ( bölge- aile) erişimden mahrum bırakılırsınız hatta bazen saygınlığınızla dahi sınanırsınız.

Türkiye’de bu kategori altındaki başlıkların tamamını fazlasıyla görüyoruz. Hâlâ “bu toprakların gereklilikleri” veya “aile değerleri/ soyadımızın gerekliliği”şartını ileri sürerek, insanların hayatlarını yönetmeye çalışan, bu ülkeye has bir dogmatik norm var.

Sormadan edemiyorum. Hangi kavram tartışmaya kapalı olabilir ve direkt kabulü zorunlu kılabilir? Bize söylenen her şeyi neden düşünmeden kabul etmekle yükümlü olalım? Neden hayatımızı başkaları kontrol etmeli ve buna onayımız temel sorumluluğumuz olmalı? Cevapları yok çünkü bunların hepsi insani hak ve özgürlüklere hatta yaradılış sebebimize dahi taban tabana aykırıdır. İradenin gaspı hiç bir bağ öne sürülerek meşrulaştırılamaz.

İçine zorla yerleştirildiğimiz kalıpları taşımakla yükümlü değiliz. Vicdanen çevremizdeki insanlara olan bağlılığımız davranışlarımızın çapı kadardır. Söylemlerimiz ve davranışlarımız sorumluluğumuzdur. Hayatımızla ilgili karar alma hürriyetimiz ise, tamamen bize tabiidir. Sorumluluk ile yaşam hakkını birbirine karıştırmamak ve bunu ömür boyu takip edilecek bir emirler listesi haline getirmemek gerekir. Herkesin bir kökeni vardır fakat bu kök bireysel yaşam hakkını biçimlendiremez ve kısıtlayamaz. İçine doğduğunuz ev, şehir, ülke veya toplum sizin bireysel mahremiyetiniz konusunda hak sahibi değildir. Özgürlüğünüzün boyunu sadece siz ölçebilirsiniz. Bu yalnızca size ait bir haktır.  Dolayısıyla, hayatınız üstünde herhangi bağın türünü öne sürerek hak(sahiplik) iddia etmeye çalışan kimseye alan açmayın. Özgürlüğünüzün ve bireysel seçim hakkınızın kontrolünü başkasına devrettiğinizde, “Hür bir birey” olmaktan çıkar ve başkasının yönettiği pasif konumda yer alan birey haline geçersiniz. Bu insani anlamda çok büyük riskler barındırır. Kontrolü verdiğiniz kişi, hayatınızdaki tüm düzeni yapıcı veya yıkıcı şekilde değiştirebilir ve size ait olmayan kararların sonuçlarını, tek başınıza, sadece siz göğüslemek zorunda kalırsınız. Neden mi? Basit: başkasının hakkında karar verdiği hayat sizin.

Bu yüzden en çok kendi hak ve özgürlüklerimizin değerini bilmeli ve onları korumak için kalkan geliştirmeliyiz. Psikolojik baskılar, travmatik olaylar, agresif tavırlar dümeni devretmek için sebep oluşturmamalıdır. Unutmayın: Dışarıya karşı sorumluluğunuzu, aldığınız kararlar, kurduğunuz cümleler ve sergilediğiniz tavırlar oluşturur. Hayatınız hakkında karar alma lüksü ise, sadece sizindir. Hayatınızın kontrolünü başkasına devretmek sorumluluk değildir. Bu tarz manipülatif yaklaşımlara karşı zırh giymiş olmak önemlidir.

Hayatınızı arzu ettiğiniz biçimde, hayalini kurduğunuz rotada, kalbinizin uğruna attığı insanlarla geçirmek kendinize olan görevinizdir. Görevinizi ihmal etmeyin. İçine doğduğunuz hiç bir olgu (ev, soyad, bölge, toplum) hayatınızı kontrol etmekle yetkilendirilmedi. Kontrol sizin. Direksiyon elinizde ve tüm pedallar ayağınızın altında sıralanıyor. Vitesi yükseltin ve sürün gitsin.

Sevgilerimle…