Kemal ASLAN
Kıyamet zamanı nasıl ölmek isterdim? Bu soruyu aklıma Chuck’ın Hayatı filmi getirdi. Aslında daha önce de 4:44 Dünyanın Son Günü (2011) filminde de benzer bir durum söz konusuydu. İkinci film dünyaya güneşte meydana gelen büyük patlamalar sonucu ortaya çıkan büyük ışık dalgaları ozan tabakasını delip dünyaya ulaşıyordu. Her şeyin yanıp kül olması bekleniyordu, son kaçınılmazdı. Üstelik sonu yaşamaya 4 saat 44 dakika vardı. Televizyonlar canlı yayınla bu süreci aktarıyordu. olduğu bir anı aktarıyordu. İnsanlar bu kaçınılmazı farklı biçimde karşılıyorlardı. Kimi sevişmeyi tercih ediyordu, kimi yemek yemeyi, kimi dua etmeyi, kimi de televizyondan son anın nasıl yaşandığını izlemeyi tercih ediyordu. Herkesin tercihi, davranış biçimleri farklıydı. O, filmde dünyanın yok oluşuna insanlar bireysel ve grupsal düzeyde farklı tepkiler veriyordu. Kimileri sevdiğiyle, kimileri ise aynı inanç grubundakilerle son anı paylaşıyordu.
Chuck’ın Hayatı filminde durum biraz daha farklıydı. Çünkü bu filmde söz konusu olan sadece dünyanın değil, dünyanın da dahil olduğu güneş sisteminin yok oluşuydu. Yani anlatılan tam bir kıyamet durumuydu. Korkuyu temel alan kitaplarıyla tanınan Stephan King’in eserinden uyarlanan 2025 yılı yapımı filmin yönetmenliğini ve senaristliğini Mike Flanagan üstlenmiş. King, bu eserini insanlığın sonunun nasıl olabileceğine ilişkin öngörüsü çerçevesinde oluşturmuş. Yönetmen Flanagan da kıyametin başladığı anı gökyüzünde sayılamayacak kadar çok yıldızların tek tek sönümlenmesiyle görsel bir şölen halinde aktarmış. En etkileyici sahnelerden biri dünyanın yok olmasına saniyeler kala edebiyat öğretmeni Marty Anderson ile boşandığı eşi Felicia Gordon’un elini tutup “seni seviyo..” demesi, cümlesini tamamlamadan dünyanın yok olması.
Yaşamda da bazı şeyler tamamlanamıyor, yarım kalıyor, tamamlanması mümkün olamıyor. Ya da farklı nedenlerle yaşanması gerekenler yaşanamıyor. Bu nedenle anın değerini bilmek, anda mutlu olmak, anın biricikliğini fark etmek, hissedilen yoğun duyguyu karşılıklı yaşamak… Anda kalabilmek, zor da olsa bunu başarabilmek…
Film, kaçınılmaz olanı yaşayacak insanların elinden bir şey gelmediğini yapacakları şeyin birbirlerine karşı hislerini ortaya koymaları olduğunu gösteriyor. Marty ve Felicia, ayrılmış olsalar da başka ilişkilerde mutlu olamıyorlar, aralarında derin bir bağ var. O nedenle son anı birlikte geçirmek, yaşamak için çaba harcıyorlar. Chuck’ın Hayatı filmine dair farklı şeyler yazılabilir. Filmin üç bölümden oluştuğu tersine bir kronolojik sıra izlediği, çocukluktan edinilen şeylerin insanın ileri yaşamında da peşi sıra geldiği, vb. Niyetim o değil. Bazı filmler yarattığı estetik hazla insanı bir yolculuğa çıkarır. Chuck’ın Hayatı da beni böyle bir yolculuğa çıkardı. Kıyameti yaşaydım ne yapardım? Yanımda kimin olmasını isterdim. Son anlarımı nasıl yaşardım soruları peş peşe zihnimi kuşattı. Chuck gibi dans etmeyi sevdiğimden mi nedir? Ben de kollarımda sevdiğimle dans ederken onun nefesinin benim nefesime, benim nefesimin de onun nefesine karışmasını isterdim. İkimizin içinde birbirimize ait bir şey olsun son anda. O son an öpüşmenin hazzıyla tamamlansın isterdim. İnsanın sevdiğinin kollarında, gözlerinde birbirlerine duyduğu aşkı görerek ölmelerinden daha güzel bir ölüm olabilir mi? Erosun etkisiyle Thanatos’u yaşamak..Nietzsche’nin bile öngöremediği bir durum!
