Buse GÜLİN
Lale nahif bir çiçektir. Elinizde dahi doğru taşımadığınızda, gövdesi hemen incinir, yapraklar küser ve zemine doğru narince dökmeye başlar kendilerini. Lale belki kokmaz ama kırılganlığın, estetiğin ve inceliğin en iyi sembolü konumundadır. Bu yüzden herkes tarafından çok tercih edilmese de, bu çiçek türüne özel bir tutku besleyen insanların olduğu gerçeğini yadsımamak gerekir. Bireysel olarak, bu grubun içerisinde yer almaktayım. Lale’ye olan tutkum çiçek pazarlarından gelir. Özellikle süslenmiş buketlere veya demetlere karşı pek ilgi barındırmıyorum. Planlanmış veya tasarlanmış bir paketin duyguların gerçekliğine sekte vurduğuna inanıyorum. Doğal akışa, yapay bir müdahale geldiğinde, duygunun yoğunluğu ve geçirgenliği bir tık bozuluyor. Bu yüzden çiçek pazarlarına hayranlığım çok büyüktür.
Çiçek pazarlarını kaybettiğimizde, çok üzüldüm. Şehirin içerisine konumlanan, harika mabetler gibiydi onlar. İçinde yürürken, zamana ve mekana olan aidiyetiniz silinir, gönlünüzün kaydığı çiçeği kendinize anlık olarak hediye ederdiniz. Öyle süslü kağıtlara ve kurdelelere gerek kalmazdı hiç. Kese kağıdına sararlardı çiçekleri.. Özensiz gibi duran ama büyük duyguları sembol eden kese kağıtları.. Demetlerimizin koruyucuları.. Bilhassa güz başlangıçları veya ilkbahar girişleri bu pazarlarda çok güzel
olurdu. Sayısız tezgah, rengarenk çiçek, sayısız hayal, çakışan- çelişen hatta kutlanan onlarca hayat.. Sebebi ne olursa olsun, herkes oraya toplanırdı. Kendi çiçeğini bulmak için.
İstanbul’da eskiden en bilinen çiçek pazarı, Eminönü’deki Mısır Çarşısı’nın yan tarafında kurulurdu. Bu alan, özellikle 20. yüzyılın ortalarına kadar “Çiçek Pazarı” olarak bilinirdi ve İstanbul’un çiçek ticaretinin kalbiydi. Bugün de orası hâlâ “Çiçekçiler Yokuşu” ya da “Çiçek Pazarı Sokağı” olarak anılır. Yerli halk arasında hâlâ bu isimle bilinir ama artık o kadar yoğun bir çiçek satış alanı maalesef ki değil.
Tabi içine doğduğum 90’lı ve devamında gelen 2000’li yılların İstanbul’unda çiçek alışverişi, şimdikinden çok daha “sokakta” ve “ritüel” gibiydi. Rengarenk çiçekler, bir sürü insan, havanın içine karışan sayısız koku… Hele yağmur yağdığında, onlarca çiçeğin kokusu daha baskın hale gelirdi.
İncelikle saklanırdı çiçekler sahibine götürülürken.. O dönemler eğer çiçek almak istiyorsanız, şehrin içerisinde gidebileceğiniz hususi noktalar bulunurdu. Bu lokasyonlar sırasıyla :
Eminönü Çiçek Pazarı (Mısır Çarşısı yanı) — En eski tarihi olan bölge
Kadıköy Altıyol ve Çarşı içindeki çiçekçiler
Beşiktaş Meydan Çiçekçileri
Bakırköy Özgürlük Meydanı ve çevresi
Üsküdar ve Salacak hattı
Karaköy ve Taksim olarak listelenebilir.
Benim tutkum hep Karaköy’deydi. Karaköy’de çiçek satıcıları 90’larda daha çok seyyar biçimdeydi ama varlıklarını yine de her hava koşuluna rağmen korurlardı.
Yıllara hatta dönemlere yayılmış bu güzelliği kutlarcasına, 1 Nisan 2006 yılında, tüm radyo ve televizyonların müzik kanallarında, bir parça yayınlandı. Hala çocuk belleğimle MFÖ tarafından seslendirilmiş bu şarkının nasıl hepimizi içine çektiğini hatırlarım. Bahsi geçen bu parçanın adı “Sarı
Lalelerdi” ve hikayesi bir çiçek pazarında geçiyordu. O gün vuruldum Sarı Laleye. Yıllar oldu, biri bana sorduğunda hep aynı cevabı veririm ” Kese kağıdına sarılı bir demet sarı lale, benim çiçeğim de hikâyemde budur.”
Hatırladıkça, umut doluyorum. En güzel hikayelerimizi şekillendirirken yolumuz hep çiçek demetlerine çıkar. Nesillerdir değişmeyen en büyük geleneğimiz budur. Kollarımızda taşıdığımız demetlerle şehri gezmenin verdiği haz, hafife alınamayacak kadar büyüktür. Kendi adıma, en büyük gülümsemelerimi kendimle taşıdığım buketlere borçluyum. Her ne kadar modern dünya estetiği göze batan paketler servis etse de, ben zamansız sembolizmi savunuyorum. Demem o ki kalbim hep kese kağıdında takdim edilen o lalelerde.. Kapıma güller konsa bile, bir kese kağıdına sarılmış sarı lale buketinin oluşturduğu savruk yoğunluğu tam sağlayamıyor. Benim duygularımın kutsal kitabı sarı laledir. Kapağı ise, kese kağıdından oluşur. Keza, her insanın kendisini ait hissettiği çiçeğin bir anısı veya bir hikayesi
vardır. Onu bulmak ve ona dokunmak gerekir.
Çiçekler evrenseldir ama her insanın kendi özelinde ait olduğu bir renk, bir tür vardır. Sonuçta her
denizde yüzülür ama her denizin kumsalında sabahlanmaz. Gün doğumuna tanık olmak için gidilen kumsal hep ayrıdır, o kumsalın açıldığı deniz de. Gözümüze her şey hoş gelebilir ama nihayetinde kalbimiz tek bir şey için özellikle atar.
Çiçekler adına konuşmak gerekirse, çiçeklerin cinsiyeti, yaşı, konumu, bölgesi olmaz. Doğru buketi bulmak zaman ve yaşanmışlık işidir. Artık pazarları da olmayabilir ama hislerimiz bizi her zaman bir buketin önüne çıkarır ve insanlık var oldukça, çıkarmaya devam edecektir.
Çiçek pazarlarının geri gelmesi ümidiyle…