Le Monde diplomatique 70 yaşında

Kemal ASLAN

Le Monde diplomatique, Soğuk Savaş’ın yoğun olduğu bir ortamda ben doğmadan bir yıl önce yayınlanmış. Ben ondan bir yaş küçüğüm. Bağımsız gazetecilik anlayışıyla ortaya çıkan Le Monde diplomatique, insanlığın farklı arayışlarının olduğu durumlara tanık oldu. Fransa’da Irkçılığın yükselişine, Cezayir’de yapılanlara, 1968’de gençlerin dünyayı etkileyen eylemlerine. Şimdilerde bu tür eylemler tarih olsa da o dönemde geleneksel kurumların nasıl sarsıldığı, var olan sorunlar karşısında nasıl yetersiz kaldıkları yeni toplumsal hareketler konusunda okuyanların bilebileceği bir durum.

Uzun bir tarihe sahip olan kuruluşlar, var oldukları tarihsel toplumsal, siyasal, ekonomik koşulların izlerini yansıtır. Le Monde diplomatique de insanlık Aya ilk ayak basmasına, sosyalizmin çöküşüne, Avrupa’nın ortasında soykırıma tanıklık etti. Önemli olan bu tanıklıklardan yüzünün akıyla çıkıp çıkmadığı. Yani bu olayları hangi dünya görüşü çerçevesinde yansıttığı kimin yanında kimin karşısında olduğu belirleyicidir. Bu konuda akademisyenler, gazeteciler yazıları ve araştırmalarıyla bunu ortaya koyarlar. Hiçbir kurum ve kişi eleştirilmez değildir. Eksiklikleri, hataları, yaptıkları, yapmadıkları, seçenekleri çerçevesinde her kurum, kişi eleştirilebilir. Bu satırın yazarı da.

Aslında dün hem Le Monde’un 70’inci kuruluş yıldönümü hem de Le Monde Diplomatique Türkçe’nin iki yılını tamamlanması birlikte kutlandı. Le Monde diplomatique’in Genel Yayın Yönetmeni Benoit Breville ve ekibi de kutlamada vardı. Sempatik, içten, bizdekilerin tersine “dünyayı ben yarattım havasında olmayan” biri. Doğu toplumlarında statü olmanın bir aracı. Statü yoksa yoklar. Belki de bu coğrafyada “mühür kimdeyse Süleyman O’dur” sözünün arka planında iktidarın kutsanması yatıyor. Mühürsüz var olunamayacağının bu kadar açık ifade edilmesi de güce tapmanın bir başka göstergesi. Bizde yönetenler ulaşılmazlık zırhı içinde beceriksizliklerini, bilgisizliklerini, yeteneksizliklerini kapatmaya çalışıyorlar. Batılılar da durum tersi. Belki de birey olmak ile olmamak arasındaki fark da burada yatıyor. Breville, yaptığı için ne olduğunu ama bunu bir ekiple başarabileceğinin farkında. Bizde “ruhlar doyuramadıkları açılıklarını” ben, ben diyerek ya da öyle davranarak ortaya koyuyor. O, karşılaştığı herkesle konuşmasa da başıyla selamlaşarak, gülümseyerek temas kurdu. “Biz de temas kurmak da zor oluyor. Sonra “sen neymişsin abii” diyoruz, bir şey olmadığını bilerek.

Le Monde diplomatique, 40 ülkede 26 dile yayınlanıyor. Dünyanın dönüştüğü bir dönemde bir kurumun varlığını sürdürmesi kurumsal kültür olmadan mümkün değildir. Le Monde diplomatique de farklı sorunlar, çıkmazlar yaşamıştır. Ama bunları aşıp farklı ülkelerde ve dillerde yayınını sürdürmesi geleneksel medyanın gücünün (tirajların düştüğü, yeni medyanın rakip olarak ortaya çıkması, vb.) azaldığı bir dönemde varlığını sürdürmesi takdir edilecek bir başarıdır. Bunda insanlığı kuşatma altına alan neo-liberalizme karşı farklı arayışta olma ve söylenecek sözün olmasının yanı sıra işini sevme, iyi yapma ve hakikat arayışını sürdürmenin etkisi vardır diye düşünüyorum.

Le Monde diplomatique Türkiye’nin Genel Yayın Yönetmenliğini Aykut Küçükkaya yapıyor. Aykut’u 1990’lardan beri tanıyorum. Cumhuriyet’te uzun dönem gece muhabirliği yaptı, araştırma haberleriyle yolsuzlukları ortaya çıkardı, önce gündüze geçti haber müdürü oldu sonra da Cumhuriyet’te Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. O Uğur Mumcu sonrası sorgulayıcı gazeteciliğin önemli isimlerinden biri. Hakikat arayışını sürdüren, saygı duyulan bir gazeteci. Eşi Yasemin de TRT İstanbul Haber Müdürlüğü’nde uzun yıllar birlikte çalıştığım başarılı bir muhabir. Hayat kesişimdir. Yaptıklarınız, ettikleriniz yanlışlarınız, doğrularınız ile yüzleşirsiniz. Tanıdığınız insanlarla yıllar sonra karşılaştığınızda sizden kaçmıyorlarsa, iki cümle de olsa konuşabiliyorsanız demek ki “büyük hatalar” yapmamışsınızdır. Ben zaman zaman “büyük hatalar” yapan biriy(d)im. Parantez içine sıkıştırdığım (d) hatalarımı geçmişte bırakıp bırakmadığımı zaman içindeki tavırlarımda, yaşadığım olaylarda göreceğim. Örneğin hâlâ TRT Spor Servisi’nde çalışan Ferit ve Yavuz ile karşılaştım. Eğer geçmişte kırıcı, kırgınlık içeren olaylar olsaydı ne ben ne onlar benimle konuşmazlardı. Ama hem Şehir Hatları İşletmesi’ne ait Beykoz gemisini beklerken hem de dans pistinde ayaküstü de olsa sohbet ettik. Eski bakanlardan Önay Alpago da gecede karşılaştığım politikacıydı. Aşina olmanın getirdiği hali karşılıklı gülümsemeyle yaşadık.

ÖDP Genel Başkanlığı yapan şimdi Sol Parti üyesi olan Alper Taş ve Profesör Hayri Kozanoğlu’nun yanı sıra Kara Harp Akademisi Komutanı emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz da vardı. Paşa ile aynı yıl doğmuşuz. Tele 1’de aktif olarak televizyonculuğu sürdüren Namık Koçak da vardı. Böyle bir geceyi yazmada eksikliklerim olabilir. Şimdi Ankara Notları olarak 12 Eylül Faşizminin yarattığı baskı ortamında Mustafa Ekmekçi, Ankara’da sergi, resepsiyon yazılarıyla incelikli bir biçimde hem umudu çoğaltır hem de katılanları tek tek yazardı. Bunu yapamamam benim eksikliğim.

Gece, sunulan yiyecek ve içecekler açısından başarılıydı. Ayaküstü ortamda bira ya da şarapla tadımlık lezzetler sıkça sunularak misafirlerin ihtiyaçları karşılandı. Benim şikâyetim slow müziğin az çalmasıydı. Gerçi dans edecek partnerim de var mıydı? . Slow parçalara misafirler de pek katılmadı. Pist hareketli parçalarda içilenlerin de etkisini göstermesiyle son bir buçuk –iki saatte dolmaya başladı. Ben, Recep, Özlem ve Engin de bu ortamın yarattığı havayı yaşadık. Boğazda gemi yavaş yavaş ilerlerken biz dışarısının pek farkında olmadık. Güzel bir gece yaşadık. Teşekkürler Aykut, Yasemin. Daha nice yılların olsun Le Monde diplomatiqpue. Biz de buna tanıklık edelim. Alışmışlık hali yani…