Kemal Aslan
“Yeniden normalleşme”, ilişkilerde yaşanan tıkanmayı aşma, karşılıklı sınırların varlığının kabulüdür. “Yeniden normalleşme”yi yaratan koşullar, çatışma, gerilim sonrası “yok sayma” yönelimi sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu, ilişkilerin eskisi gibi olmadığının da bir göstergesidir. ”Yeniden normalleşme” karşılıklı ilişkilerin yeni denge çerçevesinde oluşturulma sürecidir. Bu yeni denge, geçmişten farklı şimdiki zamanda karşılıklı ilişkilerin sürdürülmesine yönelik bir çabayı kapsamaktadır.
“Yeniden normalleşme”, yaşanan olumsuzluklardan -tartışma, gerginlik, vb.- sonra karşı tarafın sınırlarını çizmesi, mesafe koyması, “yok sayması” nedeniyle ortaya çıkar. Bu süreçte karşı taraf, kendi değerlerini, normlarını, beklenti ve arzularını ortaya koyar. Sizin onun için herhangi “bir değer” taşımadığınızı gösterir. Bu, belki geçmişte yaptığınız hatalara, bilinçli olmasa da olumsuz biçimde “göstermeye” yönelik eylemlerinize yönelik anlık bir tepki de olabilir. Ya da ikili yakın ilişkilerin daha soğuk, mesafeli olmasına yönelik bir tutumu da içerebilir. Bu,geçmişte yaşananlar dikkate alındığında anlaşılır bir durumdur.“Yeniden normalleşme”, karşı tarafın bu durumunun dikkate alınmasıdır. Tersi durumda “yeniden normalleşme” mümkün değildir.
Bu süreçte, kendini dönüştürme, duygusal olgunlaşma yönünde adımlar atan taraf ya tek başına uzun ve zahmetli bir süreçte kendi kendine “yeniden normalleşme”yi öğrenecek ya da karşı tarafın da katkısı ile “yeniden normalleşme” süreci etkileşimli bir biçimde gerçekleşecektir. Karşı tarafın bu yöndeki çabası, “yeniden normalleşme” sürecini hızlandırabilir. Bu noktada karşı tarafın böyle bir irade ortaya koyup koymayacağı kişisel tercihine bağlıdır. Yaşananlar çerçevesinde böyle bir iradeyi ortaya koymaması da anlaşılabilir bir durumdur.
Ancak, unutulmamalıdır ki: “Yeniden normalleşme” ilişkilerin geçmişte olduğu gibi yaşanmayacağı anlamına gelmektedir. Akıp giden zamanda hem kendini dönüştürme sürecini yaşayan bireyin hem de karşı tarafın geçmişteki gibi olmaları mümkün değildir. Yaşananların izleri karşılıklı ilişkide, etkileşimde ortaya çıkmaktadır.
Fakat geçmişin aşılması, yeni bir bilincin oluşturulması kırılan yerlerinkarşılıklı emekle onarılması, kırılganlıkların giderilmesi karşılıklı çabayla mümkündür. İki tarafın da bu yönde çabası olmadan bu mümkün değildir. Sadece ötekinin “yeniden normalleşme”sine yönelik beklenti gerçekçi değildir. Tek taraflı “yeniden normalleşme” nakıs kalmaya mahkûmdur. Alınganlıkların azaltılması, “olur olmaz şeylere küsülmemesi”, karşılıklı empatinin geliştirilmesi bu sürecin hızlanmasını sağlayacaktır.
Bu noktada sorulması gereken şudur: Karşı taraf “yeniden normalleşme”yi istemekte midir?, “Yeniden normalleşme”ye ihtiyacı var mıdır?,Karşı taraf açısından ötekinin “bir değeri” var mıdır?, Bu yönde bir beklenti içinde olmak ne kadar gerçekçidir?,Karşı taraf için öteki “emek vermeye değer midir”?
Gündelik zorunlu kamusal -formel, ast-üst, hiyerarşik– ve özel –informel, yatay arkadaşlık, dostluk- ilişkilerinin olduğu mikro ilişkiler ortamında “yeniden normalleşme” yeni bir dengenin kurulmasıyla mümkündür. Kamusal ve özel alanın iç içe geçtiği, kesiştiği böyle bir ortamda böyle bir dengenin oluş(turul)ması tek yanlı değil; karşılıklı çabayla mümkündür. Çünkü “yeniden normalleşme” karşılıklı birbirini besleyen bir süreçte gerçekleştirilebilir. Karşılıklı çabanın gösterilmesi “yok sayma”nın anlık bir tepki olduğu, ötekine “karşılıklı sınırlar” çerçevesinde değer verildiğini varsaymak yerinde bir değerlendirme olur.
Bu süreçte ötekinin ve sizin bakış açılarınızın ne kadar benzer ya da farklı olduğunu kavramak sınır aşımları, çatışmalar ve gerilimler ile ilgili yaşananların yoğunluğunun azaltılmasını sağlayacaktır. Karşılıklı ilişkinin dinamiğinin ne olduğunu, bu ilişkiden ne istendiğini -keyifli, eğlenceli zaman paylaşmak, anı yaşamak- bilmek ve buna göre davranmak “yeniden normalleşme” açısından önem taşımaktadır.
İkili ilişkilerde sınırların sürekli aynı konumda korunması mümkün değildir. İnsan ilişkilerinde bu sınırların silikleşmesi, belirsizleşmesi, tek yanlı ya da karşılıklı geçirgenliğin olması imkân dâhilindedir.
İnsan ilişkilerinde duygu durumlarının bırakın her gün; gün içinde bile değişmesi, farklı ruh hallerine dönüşmesi mümkündür. 1990’lı yıllarda Katherine Mansfield’in Bir Hüzün Güncesiadlı günlüğünü okumuştum. O zaman, gün içinde onun önce derin özlemini, sonra ötekinin yanında olmayışına duyduğu tepkiyi, nefreti ve son olarak da geçmişte yaşadıklarını yeniden yaşamayışına duyduğu sitemi aktaran satırları okumuştum. O yıllarda gün içinde bu kadar farklı duygu durumlarının yaşanabileceğini kavrayacak halde değildim. Üstelik erkeklerde hormonların etkisi bu kadar yoğun duygu durumlarına yol açıyor mu? Pek emin değilim. Ama duygu durumlarındaki değişimleri arzunun “kör karanlık yanı”nın nasıl ortaya çıktığını; çevremdekilerden de sonraki yıllarda deneyimledim.
“Yeniden normalleşme” ötekinin karşı tarafa verdiği değeri; karşı tarafın da ötekine verdiği değeri, ilgiyi etkileşimli olarak göstermesidir. Bu, sözle değil, eylemleortaya konu
lmalıdır. Bu noktada karşı tarafın ötekine yönelik attığı herhangi bir adım ötekinde etkisini gösterecektir.
“Yeniden normalleşme” karşı tarafın sınırlı zamanlarda, sınırlı ortamlarda anlık davranışlarını anlamak ve o çerçevede değerlendirmektir. “Yeniden normalleşme” anlık yaşananlara farklı anlamlar yüklememektir. “Yeniden normalleşme” karşı tarafın tercihini “hiyerarşikleştirdiğini” ve “önceliklerini” yaşananlar çerçevesinde değiştirdiğini kabul etmektir. Gerçi sınırların olduğu her yerde “sınır aşımları” da ihtimal dâhilindedir.