Ali Murat Ekşi – gazetesanal.com
Rahmetli amcam kaptandı. Yaz tatillerinde zaman zaman biz yeğenlerini de yanında sefere götürürdü. 16-17 yaşlarındaydım sanırım. Bir Karadeniz seyahatiydi. Artık tatilin sonu, Eylül ayının başlarıydı. Hopa’ya gitmiştik. Her yer yemyeşil, sular akıyor, cennet gibi bir yerdi. Yolda yürürken, yol kenarında, tünek olarak kullanılan uzunca bir dalın üstünde, ayaklarında deri bağcıklarla gördüm ilk kez. Küçük sayılırdı aslında ama, bakışları gözlerimi deliyordu. Asil, mağrur ve kendinden emin bir tavırla dik dik bakıyordu. Sahibi sevebileceğimi söyledi. Şaşırarak ve oldukça çekinerek gıdısını okşadığımı hatırlıyorum. Bir daha unutmamacasına aklıma kazınan “Atmaca” ile ilk karşılaşmam böyledir…
Latince adı “Accipiter nisus” olan Atmaca, etçil, yırtıcı bir kuştur. Güçlü kanatları, kuvvetli pençeleri ve zekası sayesinde çok iyi bir avcıdır. Ucu yuvarlak kanatları ve uzun kuyruğu ile ani dönüşler yapabilir. Bu sayede avlarını yakalamada büyük avantaj sağlar. Dişileri daha iridir ve iyi avcıdır. Temelde tipleri aynı olsa da, tüylerinin rengine göre isimlendirilirler; Karalar, Bozlar, Sarılar, Kızıllar…
En kıymetlileri “Sarılar” dır. Sarılardan “Sarı” ve “ İspiri”( Beyaz ) nadir görülür ve atmacaların en kıymetlileri olarak kabul edilir.
Atmaca, Doğu Karadeniz’de bir kültürdür. Meraklısı için bir statü göstergesi, bir övünç kaynağı, bir gurur vesilesidir. Kahvehanelerde, kollarda atmacalar oturulurken, konuşulan konu bellidir.
Atmaca, yırtıcı ve yabani bir kuş olmasına rağmen eğitilmeye müsait, insana kolay uyum sağlayabilen kuşlardan biridir. Atmaca eğitilerek, özellikle bıldırcın avında kullanılır. Belki de, av sırasında, bıldırcının ardından el ile fırlatıldığı için bu adı almıştır. Bu işi yapanlara “ Atmacacı” denir.
Atmacacılık herkesin yapabileceği bir iş değildir. Çok sabır, emek ve özveri ister. Atmacacılığın ilk adımı, “Danaburnu” yakalamakla başlar. Bu böcek, atmaca avında kullanılacak olan “Kızıl Sırtlı Örümcekkuşu”nun ( Ğaço) en sevdiği yiyecektir. Temmuz ayı gelince, kızıl sırtlı örümcekkuşları görülmeye başlar. Kapana konulan danaburnuyla kuş yakalanır.
Atmacanın daha çok ilgisini çektiği için, bu kuşun da dişisi tercih edilir. Uzunca bir tüneğe ayaklarından nazikçe bağlanır. Olduğu yerde kanat çırpabilsin ve korkmasın diye, gözleri, genellikle deriden bir kapak ile zarar vermeden kapatılır.
Ağustos ayının 15’i gelince, kuzeyden güneye göç etmeye başlayan atmacaları takibe alan avcılar, özel ağ düzenekleri kurar. “Çergi” adı verilen bu yerlerde avcılar, kendilerini ağaç dalları ve yapraklarla gizleyerek atmacayı beklerler.
Atmacacılar, yakaladıkları ve beğendikleri atmacalarına büyük bir özenle bakar. Besledikleri atmacaları bir süre sonra doğaya salar. Kimi avcılar, yakaladıkları atmacayı eğitip, bıldırcın avında kullanır, kimi de kolunda gezdirir.
Aslında atmacacılık için çekilen sıkıntılar ve harcanan emek ve zaman hesaplandığında, yakalanan avın hiçbir önemi yoktur. Bütün mesele, doğanın çağrısına uyarak, binlerce yıllık bir ritüeli gerçekleştirmek, bir kültürü yaşamaktır. Doğayla bütünleşme, bir yandan da ona “Kafa” tutma, ona hükmetme meselesidir.
Günümüzde atmacacılık kültürü de, yavaş yavaş silinmeye yüz tutmuştur. Artık, belli kurallar çerçevesinde yapılabilen ve kişiye özel sertifika zorunluluğu bulunan Karadeniz’e özgü bu avcılık kültürü, kurulan derneklerle, düzenlenen yarışmalarla ayakta tutulmaya çalışılıyor. Belli ki, genç nesil, bu ata kültürünü devam ettirmekte isteksiz. Eskiden, yörenin çocukları oyuncak atmacalar yapıp kollarında gezdirir, atmacacı büyüklerine özenirlermiş. Şimdilerde ise, köylerde gençlere rastlamak zor. Çoğu eğitim ya da geçim kaygısıyla büyük şehirlere gitmiş. Bu zorlu sürece dahil olmak için ne zamanları ne de enerjileri var artık. Onlar da, herkes gibi, “ Akıllı telefonlar”ındaki video paylaşım sitelerinden öğreniyor bu geleneği. Birçok gelenek gibi bu gelenek de, zamanın kumları arasında kaybolup gidecek gibi görünüyor.
Umarım ki gençler, “Atmacacılık” yapamasalarda, adı Doğu Karadeniz ile anılan bu nadide kuşu yerinde görüp, göçünü gözlemleyip, bu kültürün felsefesini içlerinde hissederler. Atmacacılığı büyüklerinden dinleyip, gelecek nesillere aktarırlar. Festival boyutunda dahi olsa, bu kültürü yaşatırlar, bu sevdaya ortak olurlar.