17 Ağustos 1999: 45 saniye ve sonrası…

HABERİ BURADAN DİNLEYEBİLİRSİNİZ.

Engin Başcı/gazetesanal.com

Türkiye tarihinin en büyük ikinci depremiydi.  Büyüklüğü 7,4 olarak açıklandı; daha sonra kayıtlara 7,6 olarak geçti. Merkez üssü Gölcük’tü; ama nerdeyse bütün Marmara bölgesini etkiledi. Eskişehir’de bile bina yıkıldı. 45 saniye sürdü. TBMM’nin 2010 tarihli Meclis Araştırma Komisyonu Raporu’na göre;18 bin 373 kişi hayatını kaybetti, 48 bin 901 kişi yaralandı. Toplam 364 bin 904 konut ve iş yeri hasar gördü. Bu konutlardan 96 bin 796’sı, iş yerlerinden de 15 bin 939’u yıkıldı ya da ağır hasarlı olarak kayıtlara geçti.

Rakamların ardındaki gerçek ve ilk anlar…

Yer sarsıntısı başladığında saatler 03.02’yi gösteriyordu. Deprem insanları gece yarısı yakalamıştı. On binlerce insanın hayatı 45 saniyede değişti. Kimi can verdi, kimi yakınlarını ve sevdiklerini kaybetti. Enkazın altından kurtulanlar ise onca acının içinde yeni bir hayata başladı.

O zamanlar TRT Haber Merkezi’nde muhabirdim. Biz de depreme İstanbul’da yakalandık. Sarsıntıyla uyandık. Kendimizi dışarı attık. Herkes sokaklardaydı. Araç radyolarından depremin merkez üssünün Kocaeli’nde olduğunu öğrendik. İşe gitmek gerekiyordu. Önce eşimi ve kızımı kayınpederimin yanına götürdüm. O sırada Avcılar’dan geçtik. Yıkılan binaları, yanan fabrikaları görünce, olayın büyüklüğünü anladım. “Avcılar böyleyse Kocaeli yerle bir olmuştur” dedim. Eşimi ve kızımı bıraktıktan sonra işe gittim. Tüm bunlar 2-3 saat içinde oldu. Saat 6 civarında haber merkezindeydim. Gece nöbetindeki arkadaşlarımız İzmit’e doğru yola çıkmışlardı. Ben de kameraman arkadaşımla birlikte Avcılar’a gittim.

Avcılar-Haramidere arasındaki arama kurtarma çalışmalarını gün boyu takip ettim. Enkaz enkaz dolaştım, yaşanan acılara tanık oldum. Ertesi gün görev yerim depremin merkez üssü Gölcük’tü. Gölcük’te haftalarca kaldık. Arama kurtarma faaliyetlerini, yardımların organizasyonunu, hayata tutunma çabalarını, enkaz kaldırma çalışmalarını canlı yayınlar ve haberlerle aktardık. Her şeyin tanığıydık. Acıyı da, enkaz altından kurtarılanlarla yaşanan sevinci de gördük. O enkazlarda hayata dönüşün sesini duyduk.  Nice insan hikâyeleriyle karşılaştık. Deprem gerçeği o hikâyelerdir.

Fotoğrafın değeri…

Bu hikâyelerden ikisi var ki 20 yıl değil, bir 20 yıl daha geçse unutamam. Acının, öfkenin ve öfke içindeki çaresizliğin hikâyeleridir bunlar. İlki eşini ve çocuklarını kaybetmiş bir kadına ait. Arama kurtarma çalışmaları sona ermiş, yıkıntıların kaldırılması ve temizlenmesine başlanmıştı. Çalışmaları haberleştirmek için kameraman arkadaşımla Gölcük sokaklarında dolaşıyorduk.

Yıkılan bir binanın enkazı içinde ağlayan bir kadın gördük. Orta yaşlardaydı. Enkazın ortasındaydı. Elinde bir şey tutuyordu. Yaklaştık. Kadının yanına geldiğimizde elinde tuttuğu şeyin bir fotoğraf albümü olduğunu gördük. Albüme bakıyor ve ağlıyordu. Bize döndü ve yaşlı gözlerle ”ailemden kalan tek şey bu resimler” dedi. Eşini ve çocuklarını o enkazın altında kaybetmişti. Enkazın içinde bulduğu ailesine ait o fotoğraf albümü onun en büyük hazinesiydi. Geçmişin ve bir daha hiç yaşanmayacak hayatın ta kendisiydi. Kadının çocuklarının resimlerini öptüğü o anı unutamam. Röportajımı bitirdiğim o an, habercilik hayatımda duygularımı kontrol edemediğim ender anlardan biridir. Kameraman arkadaşıma “kayıttan çık” dedim ve gözyaşlarına boğulan kadını gözyaşları içinde teselli etmeye çalıştım.

Acının içindeki öfke… 

O günlerden unutamadığım ikinci olay ise bir çocuğun hikâyesi. Enkazlar henüz kaldırılmadığı günlerde yine haber için dolaşıyorduk. Bu kez bir başka enkazda 9-10 yaşlarında bir çocuk gördük. Çocuk yıkıntılar içinde oturmuş yerden aldığı taşları hırsla ve öfkeyle enkaza atıyordu. Öğrendik ki annesini, babası ve kardeşini bu enkazda kaybetmişti. Kendisi ise depremin ilk saatlerinde kurtarılmıştı. Kimsesiz kalmıştı ve tüm öfkesini o enkazdan çıkarmaya çalışıyordu.

O insanlar bugün neredeler, neler yapıyorlar bilinmez ama, acılar hafiflese de unutulmuyor. Gölcük depremin üzerinden 21 yıl geçti. Hayatta kalanlar geçmişin anılarıyla yaşamaya devam ediyor.

Deprem bilinci…

Gölcük depremi yaşananlarla, yapılanlar ve yapılmayanlarla yıllarca konuşuldu ve konuşulmaya da devam edecek. Depremin büyüklüğü, neden olduğu kayıplar, etkilediği nüfus yoğunluğu ve ekonomik faaliyet alanı bunun en önemli nedeni. Bu depremle birlikte deprem bilinci ve depreme hazırlıklı olma gündemin en önemli konulardan biri haline geldi. Gölcük depremiyle birlikte konuşulmaya başlanan ve her depremle tekrar gündeme gelen olası İstanbul depremi de bu konuyu sürekli canlı tuttu.

17 Ağustos Gölcük depreminden sonra çok şey yapıldı, ama yapılmayan daha çok şey de var. Deprem şuraları düzenledi, deprem master planları yapıldı, resmi binalar ve okulların büyük bölümü güçlendirildi, otoyol ve viyadük güçlendirme çalışmaları tamamlandı. AFAD gibi koordinasyon kurumu oluşturuldu.

Bunca şeye rağmen deprem bekleyen İstanbul’da yapı stoku depreme dayanıklı hale getirilemedi. Kentsel dönüşüm çalışmaları deprem odaklı değil, rant odaklı gelişti. Deprem toplanma alanları yapılaşmaya açıldı. Bu durum sadece İstanbul için değil, deprem riski taşıyan diğer yerleşim bölgeleri için de geçerli. Van’da ve son Elazığ depreminde bu gerçeği yaşayarak deneyledik.

Deprem uzmanlarının, bilim insanlarının uyarıları tek tek gerçekleşti. Gerilimin arttığı bölgelerde yer sarsıntıları yaşadık. Arama kurtarma çalışmaları dışında depremlere yeterince hazır olmadığımız görüldü. Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu, “deprem değil, bina öldürür” gerçeğini, depremle yaşama bilincini onca acıyla öğrendik. Öğrendik ama, henüz yapılanlar, yapılmayanlardan çok daha az.