Buse GÜLİN
Kolektif olarak hepimizin müthiş bir mutsuzluğu var. Bu husus, baya uzun bir süredir kontrol edilemeyen ve kolayca dışarıya taşabilen bir öfke duruşu haline geldi. Bastırdığımız tüm duyguların, bizi cinnetin eşiğine fazlasıyla yaklaştırdığını hatta bazen cinnetin bir öznesi haline getirdiğini düşünüyorum. Medyada karşılaştığımız suç ve şiddet haberlerinin yoğunluğu otomatikman bu çıkarımı destekliyor. Bu noktada, özellikle bir haftayı bu konuya ayırmak istedim. Sizce neden bu kadar öfke doluyuz? Ve bu öfke neden yok edilemiyor, üstüne birbirimize yansıtıyoruz?
Biraz psikoloji biraz ise Adab-ı Muaşeret üstüne konuşmak zorundayız. Üst paragrafta sorduğum her sorunun cevabı bu ikisinin bileşimi ile açıklanabilir. Öncelikle içine doğduğumuz ailenin bizi biçimlendiriş sürecine dikkatlice göz atmak gerekiyor. Her bireye tavır ve davranış ebeveynleri tarafından öğretilir. Mutluluk kadar öfke de öğretilen bir duygudur. Kibarlık kadar kabalık da. Dolayısıyla, öğrendiğimiz ve davranışlarımıza yansıttığımız her duygunun bize nasıl verildiği sadece bizim evde nasıl yetiştirildiğimiz ile açıklanabilir. Her çocuk kültürsüz ve normsuz doğar. Amerikan Kültürel Antropolojisine dahil antropologlardan olan Margaret Mead, her çocuğun içine doğduğu kültür tarafından biçimlendirildiğini savunur. Bana kalırsa, çok haklı bir çıkarımdır da. Hepimiz içine doğduğumuz kültürün ürünüyüz. Çünkü ailelerimizde o kültürün bir çıktısı olarak yaşamlarını devam ettiriyorlar. Bu yüzden “jenerasyon” dediğimiz garip kelimeyi her cümlenin içerisine iteliyoruz. Benim kendi gözlemime dayalı olarak jenerasyon ile alakalı geliştirdiğim bir tanımlama biçimi var. Jenerasyon aslında sade biçimde “Zincirleme şekilde ilerleyen bir bağ” demektir. Biraz karışık bir cümle olabilir ama bunu şöyle açıklıyorum:
” Bize verileni, bizden olan diğerlerine aktarıyoruz.”
Nasıl aktardığımız kısmı ise tamamen bireysel tercih meselesi. Farkındalığını eğitebilmiş bir birey, zincirleme bağın aktarılma biçimine evrimsel anlamda bir dokunuş sağlayabilir. Dolayısıyla, duygu ve davranış kazanımı çok önemlidir. Hepimiz çocukluğumuzun bir takım aşılamamış ya da yanlış verilmiş değerlerinin kuyusuna düşüyoruz zaman zaman. Çocukken yanlış oturtulmuş davranış bilinci ve duygu aktarım şekli, yetişkin olduğunuzda karşılaştığınız krizlerde inanılmaz önemli hale geliyor. Tolere etmeyi bilmeyen bir yapı, yıkıcı agresiflik sergileyebilirken, maksimuma yakın şekilde hatasız davranış kontrolü sağlayıp, sorunları hızlı şekilde çözmeye çalışan insanlarla da karşılaşıyoruz. Aradaki fark, maalesef içine doğduğumuz evden kaynaklanıyor. Gaddarca gelebilir ama gerçekler çarpıtılamazlar.
Peki, kriz nedir? Birazda bu başlığın altını doldurmak gerekiyor. Kriz aslında özneldir çünkü herkesin tetikleyicisi farklıdır. Karakterlerimizin çeşitliliği, bize farklı tetikleyiciler yaratır. Bu sebeple günlük hayatın düzeninde, tepki gösterdiğimiz olaylar/ durumlar birbirinden ayrılırlar. Genelde bizi rahatsız eden bir olgu ile karşılaştığımızda, içimizde var olan duygunun baskısını kontrol etmekte zorlanırız. İşte davranış ve duygu kontrolü tam bu noktada devreye giriyor!
Doğru öğretilmiş bir tutuma sahip birey, bu anların üstesinden başarıyla gelebilirken, yanlış öğretilerin bulunduğu evde yetişmiş bireyde dışarıya öfke patlaması ve orantısız güç kullanımı( şiddet veya öldürmeye eğilim) ve farklı sorunlara kapı açan belirtiler görülebiliyor. Maalesef , Türkiye’de ikincisi daha yaygın olarak karşımıza çıkıyor. Bu yüzden bu yazıyı yazmak istedim hatta kendime bir görev olarak gördüm. Karşılaştığınız her sorunlu bireyin geçmişine bakmak gerekiyor, anına değil. Bunu çok söylerim:
“Hepimiz kendi ebeveynlerimizin kısmi anlamda klonuyuz.”
Yani, bizde var olan, onların gerçekliğidir. Bunu fark edip, değiştirmeye çalışan çok fazla birey var özellikle bunun için odağı farklı tutulmuş terapiler tercih ediliyor. İşte giriş paragrafında ifade ettiğim “farkındalığı eğitebilmek” tam olarak böyle aksiyona dökülüyor.
Sorunu olan bireyi yargılamadan önce, doğduğu evi derinlemesine analiz etmek gerekiyor. Her hikâyenin çift tarafı olduğu gerçeğini unutmamak lazım. Palyaço bile çok eğlenceli görünürken, aslında duygusal anlamda kayıptır. Yani her gösterilen, gerçek değildir. Bazı insanlar için “ayna” görevi görmek gerekir. Değişim, farkındalık ve farkındalığı eğitmeye cesaret etmekle başlar. Çünkü gerçekten kimse parçası olduğu X ve Y’yi seçemiyor. Bu kim olmayı istediğimiz ve kim olacağımızla alakalı büyük bir engel veya tam tersine müthiş bir motivasyon olabiliyor. Büyürken, size nasıl davranıldığı, nasıl davranacağınız konusunda esaslı bir eğitimdir. Dolayısıyla yine aynı yere geliyorum ama tek istediğim bu konuda daha açıklayıcı olabilmek “Ebeveynlerimizden izler taşıyoruz.” Kendinizde var olan bir davranış için, önce dönüp sizi yetiştirenlere objektif gözle bakmanız gerekiyor. Bu yüzden, duygularımızın ve davranışlarımızın kökünü kendi içimizde aramak sadece bizi haksız yerden yorar. Onlar bizim oluşumumuz değil çünkü. Bizim çocuklarımız için ise, bize bakılması gerekecek.
Şimdi, başlıktaki soruyu yineliyorum: “Kime kızgınız?”
Sizce duygularımızı kontrol edemiyor olmamızın sebebi nedir? Ya da neden edemiyoruz? İçimizde bize baskı yapan yoğun hislerin kökü nerede? Hangi anı? Hangi insan? Hangi dönemi çocukluğumuzun? Çoğu hikâye öznel olarak yaşadıklarınıza dayanıyor gibi görünse de, aslında temeli çocukluğunuzdadır. Oraya dalarak, “başladığı noktayı” bulmanız gerekir. Bireysel olarak bunu başarabilen insanlar var ama çoğu kişi de tespit için psikolojik desteği tercih edebiliyor. Kısaca: Bireysel deneyimlerimiz, geçmişte temeli atılmış her şeyin üstüne çıktığımız katlardır. Öfkelendiğimizde, bunu hatırlamalı ve kendimizi durdurmalıyız. Sizi öfkelendiren duygunun üstüne çalışmalı ve onu pozitif- güzel bir karakteristiğe dönüştürmelisiniz.
Unutmayın! Öfke ve davranış kontrolünüz bireysel bir yönetim mekanizmasına dayanır. Hepimizin hayatında olaylar ters veya kötü gidebilir hatta zaman zaman tepetaklak olabiliriz / sıfırdan başlamamız dahi gerekebilir ama kimse öfkemizin, yıkıcı egomuzun ve orantısız güç kullanım ihtiyacımızın kurbanı olmamalıdır. Biriktirdiklerimizde, geçmişimizde ve orada takılı kalmış duygularımızda, karşımızdaki / hayatımızdaki kişinin bir suçu veya sorumluluğu yoktur. Bu tek başımıza ve sadece kendimizle çözmemiz gereken bir denklemdir. Başkalarını buna karıştırmak, öfkemizin odağını hiç alakası olmayan insanlarda tutmak sadece yersiz ve alakasız şekilde incitmek anlamına gelir. İncinmiş olmak, incitmenin bahanesi olamaz.
İçine doğduğumuz evi seçemeyiz ama kim olduğumuz bizim tercihimizdir. Farkındalığımızı eğitmek ve kendimizi yönetmek en temel insani sorumluluklardır.
Bu yüzden öfkelenmeyelim, şiddete başvurmayalım. Her sorun sakin kalarak ve güzel bir lügatla çözüme kavuşur. Taş atmak yerine, çiçek uzatmalıyız.
Hazır çiçek demişken minik bir not daha:
Her yerde karşımıza çıkan orman yangınları hakkında hepimiz acı çekiyoruz. Birbirimize çiçek uzatmaya başlamışken, bulabildiğimiz her yere ağaç dikerek, toprağı da onaralım. Önce birbirimizi sonra ise evreni iyileştirmek görevimiz olsun!
Sevgilerimle,