Dostluk Asla Vazgeçmemektir: Saint Ex Filmi Üzerine…
Kemal Aslan
Yönetmenliğini Pablo Agüero’nun yaptığı Saint Ex (2024) çok sevdiğim bir yazarın 1930’lar ölümüne kadar olan yaşantısından bir kesit sunan bir film. Otobiyografik özellikler taşısa da kurmaca özellikleri de bulunuyor. Çoğumuzun çok sevdiği bir yazarı anlatıyor film. O, adından çok o eseriyle biliniyor: Küçük Prens. Eserinin ünü onu fersah fersah geçmiş durumda. Antoine de Saint-Exupery’den söz ediyorum.
Ben, onun eserlerinden önce 1975 yılında Yankı yayınlarından çıkan İspanya İç Savaşı’nı anlatan Kanayan İspanya adlı eserini okumuştum. 1967 yılında Burhan Arpad çevirmiş. Şimdi kütüphanemin bir köşesindedir. O zamanlarda da Türkiye’de faşist hareket yükseliyordu, anti-faşist mücadele geleneğinin nasıl yapıldığı konusunda bilgilenmeye çalışıyorduk. İspanya’da yaşananlar önemliydi. Bir gazeteci olarak görev yaptığı İspanya’da görev yaptığı yaşadıklarına, gözlemlerine yer verdi. Aristokrat bir aileden gelmesine rağmen o, ezilenlerin yanında anti-faşist mücadelede görev aldı.
1976 yılında bir kız arkadaşıma doğum günü hediyesi olarak Küçük Prens’i almıştım. Bana “şimdi masal mı okuyacağım” demişti? Ben de “gerekirse masal da okunur” demiştim.” Siyasal mücadelenin yoğun olduğu bir dönemdi ve ben politik mücadelede yer alıyordum o zamanlar. Onunla ilişkiler üzerine bağ kurmak için seçmiştim bu kitabı. Yoksa o dönemde okunan devrimci romanları su gibi yutmuştum ama onun ilgisini çekmeyebilirdi. O nedenle Küçük Prens’i seçmiştim. Çünkü Küçük Prens ikili ilişkiler, algı, gerçek, büyüklerin ve küçüklerin dünyası üzerine birçok metaforu bünyesinde barındıran bir eserdi.
Küçük Prens kitabını okuyanların çoğu onun anti-faşist yanını görmezden gelir. Onu sadece sevgi insanı olarak sığ biçimde algılatmak isterler. Oysa gerçek öyle değildir! Küçük Prens’te de sağlıklı ilişkilerin nasıl kurulabileceğine ilişkin gözlemler, bağlılık/bağımlılık üzerine dersler vardır. Bazıları onun bir entelektüel olarak Avrupa’da yükselen faşizme karşı mücadele eden kişiliğini, otorite karşısındaki duruşunu yok saymaya çalışır. Bu derinlemesine başka bir yazının konusu.
Saint Ex filmi onun Gece Uçuşu adlı romanından izler taşıyor. Küçük yaşlarından itibaren uçakları ve uçmayı sevdi. Zaten ölümü de Alman uçaklarının yerini belirlemek amacıyla keşif görevi yaptığı sırada uçağının düşmesi sonucu oldu. Cesedi bulunamadı ama içinde bulunduğu uçağın enkazı 2000’li yıllarda balıkçılar tarafından denizden çıkartıldı.
Küçük yaşta kardeşi François’in astım krizi nedeniyle ölmesi onda derin bir üzüntüye yol açtı. Filmde zaman zaman geriye dönüşlerle o olaya da atıfta bulunuluyor. Film 1930’da Arjantin’de Aeropostale adlı şirkette posta taşımacılığı yaparken uçağı denize Exupery’nin kuzeninin kocası Henry Guillaument tarafından kurtarılmasıyla başlıyor. Dönem trenlerin gece de aralıksız biçimde kargoları taşıdığı uçakların sadece gündüz gün doğumundan gün batımına çalışabildiği, havalimanlarında ışıklandırma sistemlerinin olmadığı bir dönemde posta taşımacılığının nasıl yapıldığını arka planda aktarıyor. Uçağının düşmesi nedeniyle işten çıkarılması söz konusu olan Exupery, trenlerle rekabet için gece uçuşu yapılmasını öneriyor. Yüksekliği yedi bin metreyi bulan And dağlarını aşmak için dört bin metreyi geçemeyen kullandıkları uçaklarda revizyona giderek yeni bir yaklaşım öneriyor.
Gece uçuşu için şehirlerin ışıklarıyla, trenlerin güzergâhlarında seyrederken yanan ışıktan ve çobanların dağ başlarında yaktığı ateşten yararlanarak posta taşımacılığının yapılabileceğini ortaya koyuyor. Bu, onun ne kadar zeki ve bir sorun karşısında nasıl çözüm ürettiğini gösteriyor.
Gece uçuşuyla ilgili ilk görevi uzun zamandır arkadaşı da olan kuzeninin eşi Guillaument üstleniyor. And dağları üzerindeyken ondan haber alınamayınca Exupery, onu bulmak için uçakla gidebileceği yerler hakkında araştırma yapıyor. Aklına onun uçarken bir ev gördüğünü orada bir kızla konuştuğunu aktardığı geliyor. O da o kızın yaşadığı çiftliğin bulunduğu araziye uçağıyla iniyor. Bu sırada kanatları bağlayan çelik tel kopunca kızın piyanosundan siyah tuşların bağlı olduğu iki teli almak istiyor. Kız o telleri vermek istemeyince bir portakalla tuşlar üzerinde deneme yapıyor ve sadece beyaz tuşlarla da piyanonun ses çıkarabildiğini kanıtlayarak kızı ikna ediyor. Ve kızın resmini de sihirli dediği defterine çizerek onu bu defterle dünyanın farklı yerlerine taşıyacağına söz veriyor. Aslında o defter daha sonra yazacağı eserlere ilişkin notların da temelini oluşturan bir kaynak.
Daha sonra Guillaument’in bir çobanı tanıdığını da hatırlıyor, piyanosundan iki tel aldığı kıza onu nerede bulacağını söylüyor. Sonra o çobanın bulunduğu yere gidiyor. Onunla konuştuktan sonra Guillaument’in And dağlarında olabileceğini düşünüyor. Kullandığı uçakla yedi bin metre yüksekliğe ulaşamayınca yeniden zor koşullarda geri dönüyor. Ne yapması gerektiğini düşünürken birden Akbabaların belli bir yükseklikte kendilerini rüzgârın akışına bırakıp yükseldiklerini fark ediyor. O da bir akbabayı takip ederek belirli bir yüksekliğe ulaşınca uçağın motorlarını durduruyor ve yedi bin metre yüksekliğe ulaşıp And dağlarını geçiyor. Havadan bir göl üzerinde Guillamant’ın uçağının düştüğü yeri görüyor. Zor koşullarda o alana iniş yapıyor. Ancak Guillamant’ı bulamıyor. O sırada uçağın üzerinde bir yazı görüyor : “Ben Doğu yönüne doğru gidiyorum. Selamlar…” O yöne bakınca onun karda bıraktığı izi görüyor ama bulamıyor. Döndüğünde kuzeni ve Guillamant’ın eşi Noelle, ona artık aramaktan vaz geçmesini söylüyor. O sırada onun aklına çobanın dediği geliyor: “Ateş yakılmışsa Guillamant oradadır”. Kuzeni Noelle ile birlikte gece ışıklarından yararlanarak çobanın ateş yaktığı alana uçakla iniyor. Bütün zorluklara rağmen Guillamant’ın, hayatta kaldığını görüyor. Guillamant, “havadan senin uçakla üzerimden geçtiğini gördüm” diyor.
Dostluğun asla vazgeçmemek olduğunu ince bir duyarlılıkla estetik biçimde ortaya koyan filmde en imkânsız durumda, her ihtimalin dikkate alınmasının önemi üzerinde duruluyor. Ortak anılardan yola çıkarak dostunun olası davranışlarının ne olabileceğini dikkate almanın ilişkileri nasıl güçlendirebileceğini gösteren film, bilişsel ve duyusal empati yoluyla derinlikli bir ilişkinin temellerinin nasıl atılabileceği üzerine düşündürtüyor.
Guillamant, pilotluk yeteneğini savaş uçağı kullanarak Alman faşizmine karşı mücadele sırasında ortaya koyuyor. Ancak bir görev sırasında uçağının vurulması sonucu ölüyor. Exupery de 31 Temmuz 1944 tarihinde keşif görevi sırasında uçağının düşmesi sonucu kayboluyor. Cesedi hiçbir zaman bulunmuyor. Ancak çok sevdiği ülkesi Fransa faşist işgalden 20 gün sonra kurtuluyor. Fransa bu ulusal kahramanını unutmuyor ve hem onun hem de dünyaca tanınan eserinin kahramanı Küçük Prens’in portresine 50 Fransız Frangının üstünde yer veriyor. O, insanlık tarihinin büyük akışında halkların kalbinde vicdanı, merhametiyle yer aldı. Geçmişte faşizm yenildiyse bu böyle kararlı mücadele eden bireylerin direnişleri sayesinde oldu. Bu unutulmamalı.