Engin BAŞCI
Yaşadığımız zaman diliminde korkular büyütüyorlar.
Korkutarak yönetmeye çalışıyorlar.
Suç olmayan bir eylemi suç gibi göstermeye çabalıyorlar.
İsteniyor ki yazılmasın, konuşulmasın, eleştirilmesin.
Demokratik hak bile olsa itiraz edilmesin.
Anayasa ve kanunlarda hak olarak yazılsa da sokağa çıkılıp toplanılmasın, protesto hakkı kullanılmasın.
Yazanı, çizeni, eleştireni, sokağa çıkıp itiraz hakkını kullananı ise bir gerekçe üretip cezalandırmaya çalışıyorlar.
Normali anormal gibi gösteriyorlar.
Gerçeklerin üstünü örtmeye çalışıyorlar.
O örtülerin altında öcüler, devler, hayaletler varmış gibi gösteriyorlar.
Açılmasın, görülmesin istiyorlar…
Kısmen başarılı da oluyorlar.
O yüzden zamanın ruhu haline geldi korkarak yaşamak…
Ama nereye kadar?..
***
Eski bir hikâyeydi…
Şehrin arka sokaklarında yazıldı…
Tahta kapılı ahşap bir evde yaşayan 5-6 yaşlarında bir çocuktu kahramanı…
Evde hayali ve ak sakallı dedeler olduğu söylenmişti ona…
Gece oldu mu uyumak istemezdi çocuk…
Rüyalarına girerdi o hayaletimsi dedeler…
Korkarak uyanır, ağlardı…
O gecelerin sabahında korkusundan konuşamazdı…
Evin kapısı kilitli olan bir odası vardı, ak sakallı dedenin orada yaşadığına inanırdı…
Korkularıyla büyüdü…
Korkuları yüzünden içine hapsolmuştu…
İçinde devler ve hayaletler olan masalları bile sevemez olmuştu…
Hayat ona zehir olmuştu…
Zaman geçti, biraz daha büyüdü çocuk…
Ve bir gün cesaretini topladı, evin o kilitli kapısını açtı…
İçinde ne dedeler vardı, ne bir başka hayalet…
O an anladı ki, masalları anlatanlar korkuları da yaratanlardı…
Dedi ki, ”artık kendi hikâyemi kendim yazacağım, kendi masallarımla büyüyeceğim’…
Öyle de oldu…
Şimdi o çocuk, hayatın atölyesinde ışıklı pencereler yapıyor ve kapalı gördüğü her kapıya takıyor…
***
Işıklı pencerelerin yarattığı özgürlük hissi korkuların da panzehiri.
Bakmak, görmek ve kapıyı aralamak.
Ve bir adım atmak.
Kendi hayallerinle buluşmak.
O hayalleri gerçeklikle buluşturmak…
Tıpkı yukarıdaki gerçek hikâyenin kahramanı olan çocuk gibi hiç de yalnız değil insan.
Adım attığı dünyada kendi gibi başkaları da var.
Hem de az değiller.
Hatta öyle çoklar ki…
Kimi sesli, kimi sessiz…
Kimi yalnız, kimi yalnızlık hissi içinde, kimi hep birlikte…
Kimi kendi ışıklı penceresini kapısına takmış, kimi çocuk gibi ışıklı bir pencere aramış.
Kimi de beklemede; “elbet zaman değişir” diye…