AB Konseyi, 24-25 Eylül tarihlerinde Brüksel’de yapılması planlanan ancak pandemi nedeniyle 1 hafta ertelenen özel zirvede bir araya gelerek, Birliği ilgilendiren çeşitli güncel konuları masaya yatıracak. Bu konular arasında Doğu Akdeniz’de AB üyesi Yunanistan ile gerilim yaşayan Türkiye ile ilişkiler de yer alıyor. Bu kapsamda, kulislerde, zirvede Türkiye’ye yaptırım uygulanması kararı çıkabileceği de konuşuluyor.
Alman Yayın Kurumu DW Türkçe’de yer alan habere göre, Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı sert tutum benimseyen AB üyesi ülkelerin başında Fransa geliyor.
Peki Fransa ile Türkiye arasında son zamanlarda yaşanan krizin temelinde hangi nedenler yatıyor? Fransa’dan bakılınca Türkiye nasıl görünüyor? Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un amacı ne? Zirveden Türkiye’ye karşı yaptırım kararı çıkar mı?
Zirve arifesinde, Paris merkezli Uluslararası ve Stratejik İlişkiler Enstitüsü (IRIS) Başkan Yardımcısı ve Türkiye uzmanı Didier Billion DW Türkçe’nin sorularını yanıtladı.
DW Türkçe: Fransa ile Türkiye arasındaki krizin temelinde neler yatıyor?
Didier Billion: İki ülke arasında daimileşen krizin birçok nedeni var. En az 20 yıl öncesine kadar gitmek gerekiyor. Kriz, Fransa’da 2001’de Ermeni soykırımını tanıyan oylamayla başladı. O tarihten bu yana aralıksız kriz var demiyorum ama o günlerden beri daha sık aralıklarla krizler yaşanmaya başladı. Her kriz sonrası ilişkiler düzelir gibi olsa da ilişkilerin düzeyi esasen eskiye nazaran daha az önemli hale geldi.
İlişkilerdeki kötüleşme Nicolas Sarkozy’nin 5 yıllık iktidarı sırasında hızlandı. Sarkozy ikili ilişkiler konusunda oldukça olumsuzdu. Türk karşıtı bir saplantısı vardı. Türkiye’yi hor görürdü. İşler François Hollande ile biraz olsun iyileşti ama yetmedi. Macron’a gelince, ikili ilişkiler konusunda Sarkozy dönemini anımsatıyor.
“Macron Erdoğan’ın tiran olduğunu söyledi”
Bugün Fransa’dan baktığınızda nasıl bir Türkiye görüyorsunuz?
Fransız elitlerinin bir bölümü kimi zaman Türkiye’ye karşı olağanüstü eleştirel bir söylem içindeler. Türkiye’de zorluklar yaşandığını biliyorum. İnsan hakları ve hukuk devleti alanlarında durum iyi sayılmaz. Fakat Türkiye’yi sadece defoları ve çelişkileriyle değil, aynı zamanda kozları ve potansiyeliyle ele almak lazım.
Fransız elitler Türkiye hakkında değersizleştirici bir imaja sahipler. Biraz anlattığınızda ise yeterince açıklanmadığını, Türkiye’nin yeterince anlaşılmadığını görüyorsunuz. İslam konusu da önemli. İslam ve İslamcılık, Fransa’da saplantı haline geldi. Türkiye İslamlaşma sürecinde olan bir ülke olarak görülüyor. Bu da Fransa’daki tartışmalara malzeme oluyor. İkili ilişkilerin kötüleşmesinde payı var. Macron, Erdoğan’ın İslamcı bir politika yürüttüğünü düşünüyor. Erdoğan’ın tiran olduğunu ve sadece güç ilişkisinden anladığını söyledi. Tüm bunları birbirine eklediğinizde Fransa ile Türkiye arasındaki gerginlik de ortaya çıkıyor. Türk-Yunan gerginliği bugün Türk-Fransız gerginliğine dönüştü de denilebilir.
“Macron rezil oldu”
Bu gerginlikte Fransa’nın farklı ülkelere karşı izlediği dış politikanın rolü nedir?
İki tarafın bazı politikaları tamamen zıt yönlerde seyrediyor. Elbette akla hemen kaçınılmaz olarak Suriye ve Libya geliyor. Fransa’nın Suriye politikasının örnek teşkil edebileceğini ve başarılı olduğunu söylemek zor. Bundan yaklaşık bir yıl önce Türkiye tarafından Suriye’nin kuzeyine gerçekleştirilen operasyonu muhtemelen en sert dille kınayan devlet lideri Macron oldu. Elysée Sarayı’nda PYD yöneticilerini kabul etti. PYD’yi PKK’nın Suriye kolu olarak gören Ankara’da bu durum elbette hoş karşılanmadı.
Fransa, bana göre, Libya’da da kınanması gereken bir politika güttü. Biz BM Güvenlik Konseyi üyesiyiz. Buna rağmen BM tarafından tanınan Sarraç hükümetini tanımadık. Fransa bunun yerine, asi mareşal Hafter’e destek verdi. Türkiye’nin aldığı kararlar, girişimleri ve askeri müdahalesi askeri ve siyasi güç dengesini Fransa aleyhinde tamamen değiştirdi. Libya’da savunduğu Hafter’in bugün zor durumda olması Macron’u oldukça sinirlendirdi, hatta rezil etti.
Fransa’nın Doğu Akdeniz politikasını nasıl okumak gerekir?
Macron ABD’nin uluslararası birçok meseleden çekildiğini anladı. ABD’nin Doğu Akdeniz dosyasında pek sesi çıkmıyor. Macron, Avrupa savunmasını geliştirmek istiyor. Avrupa dış politikası ve Avrupa savunma politikası konusunda “Avrupa’da en sağlam” olarak görünmek istiyor. Yunanistan’a “Onlar AB üyesi, ilke olarak kendilerini desteklemeliyiz” diyerek destek oldu.
“Paris’in Ankara’ya karşı savaş terimi kullanması çok vahim”
Macron’un Türkiye konusunda 24-25 Eylül’deki AB liderler zirvesinden beklentisi nedir sizce?
Bundan 1-2 hafta öncesine kadar gerginlik had safhadaydı. İki hafta önce, Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, ki Macron’a çok yakın bir isimdir, bir Fransız radyosuna yaptığı açıklamada, Türkiye’ye karşı “misillemede” bulunulması gerektiğini söyledi. Misilleme askeri bir terimdir. Bir ülkeye karşı savaşta kullanılır. Sayın Le Drian düşüncelerini aşan bir sözcük mü kullandı, bilemiyorum. Öyleyse bu üzücüdür. Çok vahimdir.
Bir hafta önce de Macron ile Erdoğan arasında atışma oldu. O ana kadar kötümserdim. Ancak bazı gelişmeler olduğuna dair işaretler var. Türk sismik araştırma gemilerinden birinin Antalya’ya dönmesi Fransa’da genel olarak olumlu karşılandı. Şahsen, Sayın Macron veya çevresinin belki biraz ileri gittiklerini ve krizden alnı açık yüzü ak çıkmaları gerektiğini anladıklarını düşünüyorum. Elbette kimsenin aşağılanmaması gerekiyor. Diplomasinin temeli budur.
“AB Türkiye konusunda bölünmüş durumda”
AB liderler zirvesinden Türkiye’ye karşı yaptırım kararı çıkar mı?
Yaptırım gündeme gelirse bu konuda oy birliği sağlanacağını sanmıyorum. Avrupalıların bölünmüş olduğunu biliyoruz. Macron’un zayıf yanı da burada. Güç ilişkisi istedi, Erdoğan’la bilek güreşine girdi. Almanlar ve Bayan Merkel bambaşka bir yöntem seçtiler. Bana göre de haklılar. Macron ve Merkel’in bu dosyada görüş birliği içinde olduklarına, değişik taktikler uyguladıklarına, iyi polis-kötü polisi oynadıklarına dair Fransa’da birçok haber çıktı. Ben buna inanmıyorum.
Bana göre Bayan Merkel ile Bay Macron arasında gerçek bir anlaşmazlık var. Fransa’nın kibirli tavrı, her şeye tek başına karar vermek istemesi, kimi zaman Merkel ve Avrupalıları usandırıyor. AB hakkında ne düşünürsek düşünelim kararları 27 üye ülke beraber alır, Macron tek başına karar veremez.
“Türkiye AB’ye girsin’ demek anlamsızlaştı”
Fransa ile Türkiye arasında sistematik krizler yaşanmasını önlemek için neler yapılabilir?
Türkiye’de çıkarları olan ekonomik aktörler, yani küresel Fransız şirketleri, daha değişik bir söyleme sahipler. İşlerini savunuyorlar. Dertleri ciro yapmak. Ben bir iş adamı değilim ama bu mantığı anlıyorum. İş dünyası ilişkilerin kötüleşmesinden kaygı duyuyor. Kimi zaman zor bir ortak da olsa, Türkiye’nin, Ortadoğu ve Akdeniz’de örneğin, vazgeçilmez bir ortak olduğuna ikna olmak gerekiyor. Ancak tartışma ve cici cümleler yetmez. Girişimler başlatıp, her şeyi masaya koyup konuşmak gerekiyor.
İlişkiler o kadar kötüleşti ki hem Türk-Fransız hem de Türkiye-AB ilişkileri masaya yatırılmalı. Türkiye-AB ilişkilerinin kötü olması zarar verici bir durum. Hiçbir müzakere başlığı açılamıyor. Ben oldum olası Türkiye’nin AB üyeliğine destek verdim. Bugün “Türkiye AB’ye girsin” demenin anlamı kalmadı.
Şimdi yapılması gereken, ilerlememizi sağlayacak müşterek çıkar dosyaları üzerinde çalışmak olmalı. Mesela enerji konusu. Fransızlar ve Avrupalılar olarak Türkiye ile ortak çıkarlarımız var mı? Evet. Katılım müzakereleri kapsamında enerji başlığını açamamış olmamız hayret vericidir. Bu dosyanın yeniden ele alınması lazım. Enerji alanında Türkiye merkezi bir konuma sahip. AB’nin önemli ölçüde petrol ve gaza ihtiyacı var. Bu alanda işbirliğine gereksinim duyuyor. Bir diğer dosya, terörizmle mücadele. Aslında bu alanda işbirliği fena gitmiyor. Terör tehlikesini atlattık mı? Hayır. Bu alanda konumu gereği merkezi bir role sahip olan Türkiye ile çalışmamız gerekiyor mu? Evet. O halde haydi. İşbirliğini derinleştirmek gerekiyor.
İki tarafın liderlerinde bu irade var mı sizce?
Önemli olan Fransa ile Türkiye arasında görüş ayrılıklarının olması değil. Bunlar doğaldır. Sorun, bu görüş ayrılıklarının küçük siyasi hesaplar için kullanılmasında. Macron iç siyasette kırılgan denebilecek bir konumda. Değişik çevreleri etrafında toplamak için Türkiye ile ilişkileri kullanıyor. Erdoğan da Türkiye’de aynısını yapıyor. Kendisine mesafe almaya başlayan sosyal ve seçmen kitlesini muhafaza etmek için kavgacı, savaşçı bir dil kullanıyor. İki ülke arasında gerçekten tartışılması gereken konuların vasat politikalara alet edilmesi üzücüdür.
Türkiye uzmanı Didier Billion, Paris merkezli düşünce kuruluşu Uluslararası ve Stratejik İlişkiler Enstitüsü‘nde (IRIS) Başkan Yardımcılığı görevini yürütüyor. Billion, 1980’li yıllardan bu yana Türkiye üzerine çalışıyor.