Depremde sadece yoksullar mı ölür?…

Engin Başcı/gazetesanal.com

“Bir ülkede ekonomi ne kadar bozuksa deprem o kadar öldürücü olur. Bir ülkede yoksulluğu yenmedikçe depremlerin adı ölüm olur. İnsanlar istedikleri için kötü ev yapmıyorlar… Depremde zaten yoksullar ölür, zenginler ölmez. Hiçbir ünlünün, hiçbir zengin kişinin enkaz altından çıkarıldığını duymadınız, duymayacaksınız. Ana sorun yoksulluktur.”

Bu sözler İzmir depremi sonrası bir televizyon kanalında konuşan Deprem Bilimci Jeofizik Yüksek Mühendisi Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan’a ait…

Hemen her depremde ortaya çıkan görüntüler Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan’ı doğruluyor. Zemin incelemesi yeterince yapılmayan, uygun zemine inşa edilmeyen, yapı kalitesi düşük olan, malzemeden çalınan ya da kısılan binalar yıkılıyor. Bunların çoğu da orta ve düşük gelirli insanların yaşadıkları yerler.

1999 Gölcük depremi, 2011 Van depremi, 2020 Elazığ depremi ve son İzmir depremi bu gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi.

Ovaların ve tarım alanlarının yapılaşmaya açılması, sağlam olmayan zeminlere hatalı projelerle bina dikilmesi, inşaat maliyetini düşürmek için kalitesiz ve yanlış malzeme kullanılması, malzemeden çalınması ve inşaat aşamasındaki hatalar yıkımlarda deprem kadar insan elinin de etkili olduğunu gösteriyor.

Nedenlerinden biri yoksulluk… Ama yoksulluk kadar eğitimsizlik, para kazanma hırsı ve aç gözlülük de var. Bir de merkezi ve yerel yönetimlerin hatalı uygulamaları ve denetimsizlik… Siyasi hesaplar ve yolsuzluk sarmalı içinde imar planlarıyla oynama, hatalı ve çarpık yapılaşmaya bilerek izin verme, görmezden gelme ya da göz yumma…

Depremin olacağını bile bile önlem almamak, bilim insanlarının ve deprem uzmanlarının uyarılarına kulak asmamak yaşanan acıların bir başka nedeni. Bilim Akademisi Üyesi Yer Bilimci Prof. Dr. Naci Görür bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada, halkın ve özellikle de yöneticilerin bilim insanlarının uyarılarını artık dikkate alması gerektiğini söyledi. Ve bir kez daha şu uyarıyı yaptı:

Halkın ve yöneticilerin çok iyi anlaması lazım. 1967’de Anadolu’da 7’nin üzerinde deprem olduğunda o zamanın bilim insanları İzmir, Adapazarı ve Değirmendere yöresini uyardılar. ‘1967 depremi İzmit ve çevresinde büyük bir depremi tetiklemiş olabilir, dikkatli olun’ dediler. 1970 senesinde diyorlar. 1970 senesinde bu uyarıları dikkate alıp hazırlık yapsaydık 1999’da bu kadar zayiat vermezdik. 1967 depreminde, 1999 depreminin yeri söyleniyor yani. Bilim dünyası biliyor ve söylüyor. 1999 depreminde deprem oldu ve biz bağırmaya başladık. İki yeri işaret ettik. ‘İstanbul ve Düzce’ye dikkat’ dedik. Bağırdık, söyledik. Düzce’de önlemler alındı ve az zayiat verildi. Hazırlık muhteşemdi. Niye, uyarmıştık. Uyarmasaydık bin ölü 10 bin olurdu. İstanbul’da henüz olmadı. Eee olacak işte. Onu bekliyoruz. Yani biz uyarılarda bulunduğumuzda tedirgin olunmasın. Tedirgin olmanın bir anlamı yok. Biz tedirgin olunca deprem olmayacak mı? Aklımızı başımıza toplayalım. Bilim deprem olacağını, ne kadar mal ve can kaybı olacağını biliyor ve söylüyor. Ne istiyoruz? Halkın hazırlıklı olmasını ve devletin de sürekli bir şekilde yerel yönetimlerle, halkla birlikte bu işlere başlayıp bitirmesini istiyoruz.”

Prof. Dr. Naci Görür’ün ve birçok deprem uzmanının bu yöndeki uyarıları yeterince dikkate alınmıyor. Alınmadığı için de Japonya’da, ABD’de, örneğin deprem bölgesi Kaliforniya’da ölümle sonuçlanmayacak büyüklükteki depremler Türkiye’de can kaybına neden oluyor. Çünkü oralarda binalar sağlam, deprem gerçeğine göre planlanıp düşünülmüş her şey… Türkiye’de ise her deprem sonrası aynı şeyler konuşuluyor, sorunlar ortaya konuluyor, çözüm yolları ve yapılması gerekenler sıralanıyor. Acıların üzerinden biraz zaman geçince herkes “üç maymunu” oynuyor.

Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan’ın dediğince; ülke ekonomisinin zayıflığı ve yoksulluk depremdeki kayıpların önemli bir nedeni. Ama ekonomik sorunlara rağmen bilimin sesine kulak vererek, kaynak yaratarak, mevcut kaynakları da sorunların önceliğine göre doğru ve verimli kullanarak yapılacak çok şey var. Listenin başında da olası deprem bölgelerindeki yapı stoklarının iyileştirilmesi bulunuyor. Bunun için gerekli ve acil olmayan projelerin ertelenmesi, merkezi ve yerel yönetimlerin halkın taleplerini de dikkate alarak bir an önce işe koyulması gerekiyor. Bu noktada kentsel dönüşüm projelerini rant projeleri olarak değil, sorun odaklı projeler halinde hayata geçirmek de önemli. Ama her şeyden önemlisi zihniyet değişikliği… Bilimin ve aklın rehberliğinde insan odaklı projeler yapmak ve kurallara göre hareket etmek… Ve bu anlayışı toplumsal yaşamın temeline yerleştirmek…

Yaparsak depremlerde yoksullar da yaşar… Aksi halde yoksullarla birlikte, bir toplumu ayakta tutan kurum ve değerler de enkaz altında kalır.