Engin Başcı/gazetesanal.com
Zaman kısacık hayatlarımızı da içine alan bitimsiz bir süreç… O hayatlarla şekillenen, o hayatların iç içe geçtiği bir döngü…
Anılarımız olmasa geriye dönüşü de yok… En azından şimdilik…
Bu anlamda tarihin yaprakları bize geçmişi hatırlatıyor… Toplumsal belleğin önümüze koyduğu olaylar içinde, bize dair yaşanmışlıklar da gözlerimizde canlanıyor…
Herkesin geçmişten bugüne yaşattığı hikâyeleri vardır… Ve bu çok değerlidir… Çünkü o anılar olmasa hayat silikleşirdi…
***
Bir takvim yaprağı beni de geçmişe götürdü…
Zamanın içinden eski bir hikâye düştü güne…
1980 öncesiydi…
Okul yıllarıydı…
Kamber adında bir arkadaş vardı, bir de Abdi… Kamber ile Abdi’nin hikâyesi aslında bizim hikâyemizdi… Hepimizin hikâyesi…
Kamber bize göre iriceydi… Abdi de zayıf, çelimsiz… Üstelik astımı vardı… Sürekli kriz geçirir, tıkanırdı…
Onu eve götürme görevi Kamber’indi… Yine bir okul günü Abdi tıkandı… Kamber sırtladı onu, düştüler yola…
Paydos zilinden önce geldi haber; Kamber ölmüştü, vurulmuş yola düşmüştü… O zamanlar öyleydi… Kör bir kurşun gelir, bulurdu seni…
***
Nice hayatlar gitti böyle; kimi bir kurşunla, kimi kara bulutların darağacında…
O kara bulutlar zamanın içinde gezindi durdu…
Bazen bir bomba oldu düştü hayatımıza, bazen sokak sokak dolaştı, hane hane yok oluşlar aradı…
Duyulan oldu, duyulmayan oldu…
Yazılan da, konuşulan da unutuldu; unutturuldu…
Dedim ya; Kamber’in öyküsü aslında hepimizin öyküsü…
Zamanın içinde nice öyküler yaşanır böyle… An gelir; biri sana düşer, biri bana, biri Kamber’e…
Ve kör kurşunların yok oluşlarından ıssız bir ağıt kalır geriye…