10 Ekim Katliamı… O gün orada olanlar anlatıyor…

gazetesanal.com/

Yıl 2015… Günlerden 10 Ekim Cumartesi… Şehir; Ankara…

Binlerce insan yurdun dört bir yanından gelmişti… Ankara garı önünde toplanmışlardı… Tek istekleri, vardı; o da barıştı… Emekten yana bir dünya özlemiyle demokrasi talep ediyorlardı… Sıhhiye meydanında hep birlikte bu taleplerini dillendirecek, gelecek hayallerini paylaşacaklardı…

Olmadı… Önce büyük bir patlama oldu… Ardından ikinci bir patlama daha duyuldu…

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin düzenlediği Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi başlamadan kana bulanmıştı… 103 kişi hayatını kaybetti… Katliamı IŞİD üstlendi…

O gün orada olanlar hemen her şeyi gördüler… Dehşetin ve ihmalin tanığı oldular… Eşlerini, dostlarını, arkadaşlarını kaybettiler; yaralandılar… Unutulmaz acılar içinde kahroldular… Aradan geçen yıllar içinde yaşadıkları vahşetin travmasıyla boğuştular…

Kaybettikleri 103 canın sevgisi hâlâ yüreklerinde, yürekleri ise Ankara garı önünde…

O gün orada olan Kesk Haber-Sen üyeleri yaşadıklarını gazetesanal.com anlattı…

“Güvenlik önlemleri yetersiz”

Fahri Karasu, 10 Ekim katliamında yaralananlardan. Patlamanın olduğu dönemde Kesk Haber-Sen 4 Nolu Şube Başkanı’ydı. Haber-Sen’e üye kamu çalışanlarıyla birlikte Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi’ne katılmak üzere İstanbul’dan yola çıkmışlar ve sabah saatlerinde Ankara Garı’nın önünde toplanmışlar.

Fahri Karasu, patlamanın miting alanına doğru yürümek için kortejler oluşturdukları sırada olduğu söylüyor: “Saatler 10:04’ü gösterirken kortej hâlinde ilerleyen grupların bulunduğu tren garı kavşağında, üç-dört saniye arayla kulakları sağır eden iki patlama gerçekleşti. Patlama öncesi ortalıkta ne sivil ne de resmi polis vardı ve bence dikkat çekiciydi. Çünkü önceki Ankara mitinglerinde daha illerimizden yola çıkmadan sendika binalarımız polis ablukası altına alınır mola verdiğimiz her noktada polis taciziyle karşılaşırdık.”

Fahri Karasu’nun dikkat çektiği bu noktaya diğer tanıklar da vurgu yapıyor. Haber-Sen 5 Nolu Şube yöneticisi Necati Alaçam, bu durumu ”İlk dakikalarda iyimser bir şaşkınlık yaşıyorduk. Ankara’ya giriş yaptığımızda sıkça araçlarımız durdurulur, GBT yapılır, polis araması olurdu. İki üç kez durdurulurduk. O sabah bunlar olmadı. Ankara garına gelene kadar hiç polis görmedik. Bunu kendi aramızda konuşuyorduk, hiç ama hiç o sonu düşünmemiştik” sözleriyle anlatıyor.

Yürüyüş kortejinin oluştuğu bölgelerde polisin olmaması Haber-Sen 5 Nolu Şube yöneticisi Bektaş Saltık ve Haber-Sen Genel Merkez yöneticisi İbrahim Damatoğlu’nun da dikkatini çekmiş.

Bektaş Saltık gözlemini patlama öncesi arkadaşlarına da aktarmış: “Tren garının önüne geldiğimizde arkadaşlarıma dönerek, ‘Arkadaşlar farkında mısınız bir trafik polisinin dışında hiç polis yok. Hiç bir önlem de alınmamış; kolluk görevlileri yok, kontrol noktası yok. İlk defa bayram havasında polissiz bir miting yapacağız. Ben sendikal mücadele tarihinde böyle bir güne ilk defa tanıklık ediyorum. Hayretler içindeyim. Sizce de öyle değil mi?’ dediğimde ‘Evet, şaşırtıcı’ dediler. Aslında o zaman içime bir şeyler doğmuştu. ‘Bu durum hayra alamet değil’ demiştim. Bu konuşmaları hiç unutmam.”

Patlama anları ve sıcak saatler

Patlamada yaralanan bir diğer Haber-Sen yöneticisi ise İbrahim Damatoğlu. Miting için Zonguldak’tan Ankara’ya gelmişler. Onlar da çevrede polis görememenin şaşkınlığı içinde Ankara Garı’nın önüne gitmişler. Patlamaların hemen öncesini ve patlama anlarını şu sözlerle anlatıyor İbrahim Damatoğlu:

“Benim amacım bir an önce sendikam Haber-Sen kortejini bulmaktı. Ara sıra tanıdıkları gördükçe selamlaşıp, kısa sohbetler edip, ilerlemekteydik. Sonunda, katliamda çok kayıp veren ve adeta bizlere siper olan BTS sendikasının hemen arkasında bulunan Haber-Sen kortejine ulaştık. Eşim de yanımdaydı. Hemen arkadaşlarımla sohbete başladık. Bir süre sonra, çok kuvvetli ve basınçlı bir patlama oldu. Sanırım havuz tarafında oldu ve ayaklarım yerden kesilerek bir kaç metre uzağa uçup yere yıkıldım. Eşim de tam yanıma düştü. O kalkmak istedi. Ben, elimle saçlarından tutarak onu kalkmaması için aşağı doğru bastırdım. Kulaklarım aşırı derece çınlıyordu. Bu yüzden bağırarak “Bekle, bir müddet yerde yatalım acele etme, ayağa kalkma” demeye çalışıyordum ki, ikinci bir patlama oldu.”

Haber-Sen yöneticisi Korhan Rüzgar da o anları yaşayanlardan: “O dönem yöneticisi de olduğum sendikamız Haber-Sen’in kortejinde bulunduğumuz esnada arka taraftan bir patlama sesi geldi. Dönüp baktığımda bir şeyler havada uçuşuyordu. Olayı anlamaya çalışırken ikinci ve daha güçlü bir patlama oldu ve biz yere düştük. Bir müddet sonra ayağa kalktığımda tam bir felaketle karşı karşıya kaldık. Bombalı bir saldırıya uğradığımızı anladık ve henüz sonlanıp sonlanmadığını bilmiyorduk.”

İbrahim Damatoğlu, “o anı anlatmak mümkün değil, halen boğazım düğümleniyor” diyor ve devam ediyor: “Bu çok acı bir durum. Kendimizi bir anda savaş alanında bulduk. Ortalık kan revan içindeydi. Ben ayağa kalkmayı denedim, ama sol ayağımı yere basamıyordum. Yine de seke seke şok halinde yürümeye çalışırken yere düştüm. Kulaklarım fena şekilde çınlıyordu. Bacağımı yere düşünce gördüm. Dizimin altından itibaren kan akıyordu. Tıp fakültesi öğrencisi iki genç beni kaldırımın kenarına taşıyıp, bacağımı yukarı kaldırıp kaldırım demirine dayadılar. Flama ve bayraklarla atel yapıp ilk müdahaleyle kanamayı bastırdılar.”

Polisin müdahalesi eleştiriyorlar

Patlama sonrasında polis olay yerindeki müdahale biçimi çok tartışılmış ve eleştiri konusu olmuştu. O gün orada olanlar da polisin tavrını eleştiriyor.

Fahri Karasu, o anları “Patlama öncesi ortalıkta görünmeyen sivil ve resmi polisler patlamanın gerçekleştiği alana ambulanslardan önce ulaşmışlardı. Yaralılara bırakın yardım etmeyi, yaralılara yardım etmeye çalışan herkesi alandan çıkartmaya başladılar. Onların bu müdahalesi ambulansların alana girmesine de engel oldu. Yaralı yoldaşlarına yardım etmek isteyen göstericiler, engellendikleri için polisle karşılık vermeye başladılar. Bunun üzerine polisler, biz yaralılara yerde can çekişirken tazyikli su, biber gazı ve plastik mermi ile müdahale etti” sözleriyle anlatıyor.

İbrahim Damatoğlu da ambulansların olay yerine geç gelmesini polis müdahalesiyle açıklıyor:

“Bizlerin paramparça olması yetmezmiş gibi, birçok yaralının, yardımına koşan sağlıkçılarımız ve diğer arkadaşlarımız yaşam mücadelesi veren yaralılara yardım ettiği anda ne yazık ki polis, vahşetin yaşandığı meydana bir de gaz attı. Ambulansların geç gelmesi de bu anlam veremediğim polis saldırısından olabilir. Gazdan etkilenmemem için birkaç arkadaş beni ara sokağa taşıyıp oradan bir araçla Numune hastanesine gönderdiler. Hastanenin içi tıpkı gar önü gibi çok fenaydı, doktorlar tıp fakültesi son sınıf öğrencilerini desteğe çağırıyorlardı.”

Sağlık Bakanlığı kan anonsu yapanlardan şikayetçi olmuş

Patlama alanında yaralılara yardım etmeye çalışanlardan biri de Korhan Rüzgar. Sağlık Bakanlığı, hastane önünde kan anonsu yaptığı için Korhan Rüzgar’dan şikayetçi olmuş. Korhan Rüzgar, o anları ve sonrasında yaşananları şöyle anlatıyor:

“Nasıl olduğunu anlamadığım bir soğukkanlılıkla çevremdeki insanlara yardım etmeye çalıştım. Bu esnada ortama biber gazı atıldı. Buradan çıkışımızın olmayacağını düşünmeme rağmen alanda bir müddet daha kaldım. Alanda artık yapacağım bir şey olmadığını düşünerek Numune Hastanesi’nin önüne gittim. Hastanenin önünde çok büyük bir kargaşa vardı. Bir yandan ambulanslar gelip giderken bir yandan arkadaşlarımızın yakınları haber almak amacıyla içeriye girmeye çalışıyorlardı. Miting de kullanılmak için sendikanın megafonu bendeydi. Bunu gören sağlık çalışanları insanların acil servisin kapısından uzaklaşmaları için anons yapmamı istediler. Hastane önünde düzeni sağlamaya çalışırken içeriden çıkan hemşireler ve sağlık görevlileri kan ihtiyacı olduğunu söylediler ve bu yönde kan anonsu yapmamı istediler. Uzunca bir süre hastane önünde hem kargaşayı önlemeye hem de kan anonsu yapmaya başladım. Bu esnada gözlüklü bir erkek yanıma gelip anonsu yaparken cep telefonuna çekeceğini ve böylelikle daha çok insana ulaşılabileceğini söyledi. Sürekli tekrarladığım anonsu o kişinin telefonuna karşı da yaptım… Olaydan iki gün sonra bir arkadaşım aksam vakitlerinde telefonla arayarak o dönemin sağlık bakanının, bir televizyon programında benim hastane önünde anons yaparken bulunduğum görüntüleri sürekli tekrarlayarak beni “provokatör” ilan ettiğini söyledi. Bakan açıklamasında kan ihtiyaçlarının olmadığını, bizleri olay yerinde kargaşa yaratarak ölü sayısını artırmayı amaçlayan provokatörler olarak ilan ediyordu. Olayın şoku halen üzerimdeyken, bir de böyle bir iftirayla karşılaşınca bütün dünyam karardı. Hakkımda savcılığa suç duyurusunda bulunularak dava açıldı. Davadan beraat ettim.”

Olayın acısını ve travmasını hâlâ yaşıyorlar

İbrahim Damatoğlu: “Bir çok tedavi görmeme rağmen, bacağıma giren bilye nedeniyle, ayak parmaklarımdan ikisini ve ayak tabanımı halen hissedemiyorum, ama en azından yürüyebiliyorum. Katliamdan sonra eşim ve ben travma nedeniyle psikolojik destek de aldık. Ülkenin en kanlı bu vahşi terör saldırısını ömrümün sonuna kadar asla unutmayacağım. Sorumluları daima lanetle anacağım.”

Fahri Karasu: “Tarih ne unutur ne de affeder. Ankara gar katliamında ölen ve yaralananların -ki bu olayın acılarını, izlerini pek çok yaralı benim gibi hâlâ yaşamakta- ailelerine verilecek bir hesap var.”

Korhan Rüzgar: “Olay esnasında yaşadığım soğukkanlılık, günler sonra kabusa dönüştü. Uzun süre psikolojik tedavi gördüm, görmeye devam ediyorum. Travma sonrası duygu bozukluğu ve depresyon tanısıyla su anda psikiyatrik engelli statüsünde bulunmaktayım.”

Necati Alaçam: “Haber-Sen yöneticisi olarak Ankara’ya davet ettiğim arkadaşlar yaralanmıştı. İki gün onların yanlarında olduk, moral vermeye çalıştık. Ama ben ve arkadaşlarım kalbimizin en derinlerinden yaralanmıştı, tedavisi olur mu bilmem. Benim her 10 Ekim ciğer yaram devam ediyor!”

Bektaş Saltık: “Türkiye tarihindeki bu büyük katliam hepimizin üzerinde büyük bir travma yarattı. Etkisini üzerimizden atmak kolay olmadı. 103 can hayattan kopup gitti. Peki bunun sorumluları ne oldu? Kan için anons yapanlar yargılanırken, katliama göz yumup gerekli önlemleri almayanlar korundu… Çok yazık bu ülkeye ve bizlere…”