Kemal ASLAN
Gün Yoğun Geçiyor…
İki günü bir gün gibi yaşamanın etkisi sabah geç saatte kalkmamızda kendini
gösterdi. Gerçi ben alışkanlıktan olacak saat 08.00’de ayaktaydım. İstanbul’da sabah
06.00’da kalktığım düşünülürse geç bir saat sayılır. Diğer arkadaşlarımın uyanması
saat 10’u buldu. Ben önce banyo yaptım sonra akşamdan aldığımız malzemelerle
kahvaltıyı hazırladım. Domates, salatalık, zeytin, peynir ve kişi başına bir yumurta
hazırdı. Öğün geçirmeyi sevmediğimden tek başıma olsa da kahvaltımı yaptım. Bir
eksiklik yanımızda demleme çayın olmamasıydı. Süzme poşet çayla idare ettim.
Sonra da neskafe içtim.
Arkadaşlarım daha kalkmadığından odama çekilip yanımda getirdiğim Margit
Schreiner’in Ev, Kadınlar, Seks adlı kitabını okumaya başladım. Karısının boşanmak
istediği adamın onun hakkındaki düşüncelerini anlatan bir kitap. 5-6 sayfa okudum.
Kitap ilerlemedi. Tatilde kitap okumayı sevdiğimden yanımda üç dört kitap daha
vardı. Ancak, bu kez fazla okuyamadım. Gözlerime ağırlık çöktü, yatağa uzandım.
Klima da çalıştığından oda oldukça serindi. Bir ara mutfaktan sesler gelince
arkadaşlarımın kalktığını anladım. Ben de yataktan kalkıp onların yanına oturdum.
Dünün yorgunluğu hafif hissedilse de ortaklaşa güzel anlar yaşamanın mutluluğu
vardı yüzlerinde.

Hızlıca nereye gideceğimizi konuştuk. Bir anlamda rotamızı belirledik. Bu konuda
Hülya ve Engin deneyimli. Onların sözüne uyuyoruz biz de.
Kaldığımız yerden çıktığımızda saat 12.00’ye geliyordu. Otomobilimize binmeden
yandaki evde bahçesine domates, biber, salatalık, karpuz, patlıcan eken 81
yaşındaki Anastas ile karşılaşıyoruz. 21 yıl Almanya’nın Stuttgart kentinde bir rulman
fabrikasında Türklerle birlikte çalışmış. Büyük dedesi ve büyük anneannesi mübadele
ile Türkiye’den Didim’den gelmişler. O zamanların kederini aile büyüklerinden
devralmış. “Ben Türk’üm” diyor bize İstanbul’dan geldiğimizi öğrenince. Uygun
kelimeleri bulmadığında “nasıl derler sizde” diyor. Usulca anlatıyor. O Rumca ve Amanca biliyor. Biz biraz İngilizce. Ortak dilimiz Türkçe oluyor. İnsan anlaşmak isteyince anlaşıyor. Çaba ve emek gerekiyor bunun için. O sanki memleketinden birini görmüş gibi seviniyor bizi görünce. Kısa süreli de olsa yüzündeki mutluluktan anlıyorum bunu. Biz izin isteyip yanından ayılıyoruz.
Thassos’un sahilinde çok güzel plajlar var. Biz de elimizden geldiğince bunları
görmek istiyoruz. Bugün kaldığımız yerden yaklaşık 30 kilometre uzaklıktaki La Scala
Beach’e gidiyoruz. Adada otobüsler çalışıyor. Durakta otobüs bekleyen birini
görüntülüyorum. Ama bizim Büyükada’daki gibi değiller ve yollara uygun. Otomobiller
çoğunlukta motosiklet kullananlar ise az.

Otomobil ile yaklaşık 20 dakika sürdü yolculuğumuz. Özlem yine dans müzikleri
çalıyor. Ama bugün dans etme isteğim yok. Müzik bir etki yaratmıyor bugün bende.
Neden etkilenmediğim üzerine düşünüyorum. Bazen bir kişi, bir olay, bir ses, bir koku
bir yelere götürür insanı. Geçmişte yaşananlar, anılar canlanır insanın zihninde.
Şimdideki geçmişe gider insan. Artık yaşanmayan geçen giden zamana. Bir
soluklanma anı gibidir geçmişe yolculuk. An içinde başka bir anı yaşamak. Ancak bu
her zaman mümkün olmuyor. İnsan bazen yaşadıklarını da unutmak, ondan
kurtulmak istiyor. Yeni bir hayata başlamanın yolu da bu belki. O yüzden sanırım
müzikten etkilenmiyorum. Kafam daha net. Belki başka bir zaman zihnim beni bir
yolculuğa çıkarır yeniden. Ama şu anda o ruh halinde değilim. Müziğin insanın ruh
hallerini anlamasında önemli bir rolü var. Hızla bunlar çekiyor zihnimden. Çarşamba
günü olmasına rağmen plajın parkı dolu. Biz de gölgelik bir yer buluyoruz son anda.
Thassos’ta az sayıda Türkiye plakalı araç gördük. Nedeni burasının Dedeağaç ve
Kavala’ya göre biraz daha pahalı olması olabilir. La Scala Beach tıklım tıklım. Biz de
orayı şöyle bir kolaçan edip ayrılıyoruz. Yol üstünde Thassos Arkeoloji Müzesi var.
“Bir uğrayıp dolaşalım” diyoruz. Atina’daki gibi sürekli basın kartlarımızın geçeceğini
sanıyoruz. Bulgaristan’da bile basın kartımızla müzeye girmiştik. Buradaki yerel
memurlara ne kadar dil döksek de olmuyor. Müzeyi gezmemiz için kişi başına on avro
vermemiz gerekiyor. Ya burada yerel memurların uygulamadan haberleri yok. Ya da
adada başka bir yönetmelik uygulanıyor. Bu kararın dayanağını soruyoruz ona da
yanıt alamıyoruz. Biz de vazgeçiyoruz. İlginç bir durum. Müzenin girişinde mermer
lahitlerle bir heykelin fotoğrafını çekiyorum. Daha sonra Antik Agora’nın önünden
geçiyoruz. Uzaktan buradaki eserleri çekiyorum. Limenas’a doğru yürüyoruz.

Deniz hafif dalgalı. Uzakta küçük bir deniz feneri var. Gövdesinden birkaç asırlık oluğu belli olan bir meşe ağacının önünden geçiyoruz. Yaşlıca ir kadın soluklanmak için bankta
oturmuş. Burada eski yapıları aslına uygun olarak restore etmişler. Saat 15.00’i
geçiyor. Acıktığımızı hissettiğimizden tanesi beş avroya aldığımız iki döneri dörde
bölüp paylaşıyoruz.


Daha sonra La Bohem Beach’e geçiyoruz. İki şezlong ve bir şemsiye 15 avro. Biz 4
şezlong ve iki şemsiye alıyoruz. Güneş tepede. Şemsiyesiz olmaz. Dün aldığımız iki
şişe beyaz şarabı da içiyoruz. İyi geliyor. Bir süre şezlonga uzanıyoruz. Yemek
sonrası rehaveti çöküyor üzerimize. Hülya, akşam için Palude restorana rezervasyon
yapıyor. Bizim denize girdiğimiz yeden yaklaşık 400 metre uzaklıkta. Saat 21.15’te
orada olmamız lazım. Denize giriyoruz. Su ılık ve berrak, sahil temiz. Ben boyumu
geçmeyen yerlerde yüzüyorum bir süre. Sonra gelip uzanıyorum şezlonga. Bir süre
uyuyorum. Saat 18.30 oluyor. Hazırlanıyoruz Palude’ye gitmek için meğer Hülya saat
16.00’da rezervasyonun 19.00’a çekilmesi için görüşmüş. Onlar da kabul etmiş.
Palude kamp yapılan Golden Beach’e çok yakın. Rezervasyon saatine yarım saat
olduğundan Golden Beach’i ziyaret ediyoruz. Yıl boyu burada kalanlar olduğunu
öğreniyoruz. Kimileri çiçekler ekmiş. Karavanların yanında çadırlar da eklenti olarak
yer alıyor. “Özlem hep bir karavanımız olsa ne iyi olurdu”, der. Kampta yaşayanlar
için şimdi oyun zamanı. Yemeğe daha vakit var. Olası olumsuz durumlara müdahale
etmek için plajda bir cankurtaran kulesi de var. Bazı karavanlar boş. Bazı
karavanlarda günün yorgunluğu televizyon izlenerek atılıyor. Yürüyüş yapan küçük
bir grupla karşılaşıyoruz.

Rezervasyon, saatimiz yaklaştığından Golden Beach’ten ayrılıyoruz. Palude
tavernanın önüne gidiyoruz. 2008 yılında açılan taverna tıklım tıklım dolu.
Rezervasyon yapmadan burada yemek yemek imkânsız. Bir de saat 22.00’den sonra
servis yapılmıyor burada. Thassos’ta kaldığımız süre içinde en lezzetli yemekleri
Palude’de yiyoruz. Salata, cacıki, kabak kızartma, sardalye, midye, karides ve
kalamar yiyoruz. Toplam 140 avro veriyoruz. Kişi başına 28 avro ödüyoruz.
Yorulduğumuzu hissediyoruz ve kaldığımız yere dönüyoruz. Dolapta bir şişe kırmızı
şarap var. Onu içiyoruz. Şarabın bizde yarattığı esrikliği yaşıyoruz. Odalarımıza
yatmaya gidiyoruz. Saat 24.00’ü biraz geçiyor.
(Devamı Var)