Sıkışan hayatlar, mutsuzluğun gölgesi: Vanya Dayı

Kemal ASLAN

Dünyanın her yerinde kırsal yaşamda üretim ilişkileri benzer biçimde seyrediyor. Uzun kış geceleri gibi ağır akıyor hayat orada. Mesafeler bir sigara içimi gibi, kendine has ritmi var, ölçü birimi var oranın. Kırsal kesimin üretimden kaynaklanan ağırlığı, hayatın her alandaki ilişkilerine de yansıyor. Çehov da bu gerçeklik üzerinden oluşturmuş Vanya Dayı adlı oyunu. Her taşra birbirine benzese de aynı özellikleri taşımıyor. Fransız taşrasında o dönem festivaller, fuarlar var. Hayatın akışına karışabiliyor insanlar, eğlenebiliyor, rahatlayabiliyor. Rusya’da çiftliklerde hayat pek akmıyor. Geceleri ve gündüzleri yaşamdan zevk alabilecek etkinlikler sınırlı. Masa başında sohbetler, birlikte içilen votka… Kıstırılmış bir yaşamın bilincinde olmasalar da bir şeylerin eksik olduğunun farkında yaşayanlar. Çehov oluşturduğu karakterler üzerinden bu mutsuzluğun nasıl hepsinin içine işlemiş olduğunu ortaya koyuyor. Yaşama sevincinin olmadığı yerlerde mutluluk da bilinmiyor. İnsanlar bilmedikleri bir şeyin arayışında. Bilinen, bu hayatın insanı mutlu etmediği, değiştirilmesi gerektiği. Sorun, yeni bir hayatın nasıl oluşturulacağının bilinmemesi. Bu durumda insanlar inanç sistemlerine tutunarak, çalışmayı önceleyerek, yaşadıkları hayatın unutmaya çalışıyorlar. Çehov da düzenin değişmeyeceği algısıyla hareket etmiş Vanya Dayı’da.

Rusya’da otoriter rejim, Çarlık düzeninin getirdiği baskı, zülüm dolaylı olarak kendini hissettiriyor kırsal kesimde. 20’inci yüzyılın ortalarına kadar üretim araçlarının neredeyse pek fazla değişmediği Rusya’da tarımsal üretim hep sorunlu oldu. Yapılan onca projeye rağmen devrim sonrası da bu pek değişmedi.

Çarlık rejiminin baskısı vezulmününÇehov’un da zihinsel dünyasını kuşatması doğal. Oysa Rusya’da hiç kimsenin öngörmediği biçimde 18 yıl sonra dünyayı değiştiren ilk proletarya devrimi gerçekleşti. Çehov, hayatın değiştiği o günleri göremeden ayrıldı bu dünyadan.

Entelektüeller, dönemin ağır koşullarını içselleştirir, mutsuzluğun derin kederini yaşarlar. Otoriter rejimlerde çıkış yolunun nasıl olacağını düşünürler. Karanlık bir tünelde küçücük, iğne deliği kadar da olsa bir ışık ararlar. Bazen ışığı görmek, bunu zihinde canlandırmak zordur. Lenin bunu başaran bir devrimcidir.

1899 yılında yazdığı Vanya Dayı adlı oyunda taşrada aile kurumunun, ilişkilerin nasıl çözüldüğünü, insanların çıkarlarına dokunulduğunda nasıl değiştiklerini gerçekçi biçimde ortaya koymuş. Emekli, yaşlı profesör ile evli olan 27 yaşındaki genç kadının bastırdığı arzularını doktorla yaşamaya çalışması, kendini cinsel yolla gerçekleştirmek istemesi taşranın sıkışmışlığının en güzel göstergesi bence. Madam Bovary gibi bireyliğini ortaya koyamayan,tatmin olmayan, arzularını bastıramayan Yelena Andreyevna, dönemin geleneksel ahlak anlayışıyla kadın olmanın gerektirdiği çelişkiyi yaşıyor. Arzular, taşkın bir nehir gibi bastırılamaz bir biçimde ortaya çıkar bazen. İnsanın gözü kararır, hiçbir şeyi düşünmez, bütün riskler silinir birden. Onun içinde böyle oluyor. Daha önce öpüştüğü Mihail LvoviçAstrov ile arzuladığı cinselliği kısa süreli olsa da çiftlikten ayrılmadan önceyaşıyor. Artık, kadın olma halinin ağırlığını üzerinde hissediyor ve içgüdülerine gem vurmuyor. Yeni gittiği yerde de arzusunu gerçekleştirmenin yollarını bulacağı fikri yer ediniyor seyircide.

25 yıldır aralıksız çalışan Vanya Dayı ile onun yeğeni ve profesörün kızı Sonya aradıkları aşkı bulamayan, mutsuzluğu derinden yaşayanlardan. Vanya Dayı, profesörün genç, güzel karısıYelena’yaâşık. Ona itiraf etse de duygularına karşılık alamıyor. Profesörün karısı her ne kadar onun ilgisinden hoşnut olsa da bu, onu arzuladığı anlamına gelmiyor. Benzer biçimde Sonya da Doktor Mihail LvoviçAstrov‘a âşık ama doktor onu güzel bulmuyor ve onunla hiç ilgilenmiyor.  Çünkü o da profesörün karısından hoşlanıyor. Ve karşılığını alıyor bu arzusunun. Yasak aşk da olsa doktor ve profesörün karısı sürekliliği olmayan tutkularını, arzularını gerçekleştiriyor. Kaçınılmaz olanı yaşıyorlar ama onlar da mutlu değil. Çünkü birlikte yeni bir hayata başlayacak cesaretleri yok. Profesör karısı sahip oldukları olanaklardan vazgeçmek istemiyor. O, olanakların sağladığı koşullar çerçevesinde arzularını yaşamak istiyor; yeni bir hayata başlamaya cesareti yok. Oysa doktor öyle değil. O, onunla bir ömrü paylaşmaya, yaşadıkları yeri terk etmeye, yeni bir hayata başlamaya hazır. Ancak profesörün karısı daha zor koşullarda yaşamak istemediğinden arzularına rağmen böyle bir durumu tercih etmiyor.

Kısaca Vanya Dayı, Çarlık Rusya’sında seçeneklerin az olduğu kırsal kesimde hayatların nasıl kıstırıldığını, mutsuzluğun herkesi nasıl kuşattığını gösteriyor.

Yönetmen Mehmet Birkiye, oyunu farklı biçimde tasarlamış. Tek mekânda bahçeyi, mutfağı ve yatak odalarını tüllü perdelerle birleştirmiş. Mekân değişimi bu tüllü perdelerin çekilmesiyle sağlanıyor. Ancak oyunda en önemli yenilik Yunan tragedyalarında yer alan koronun yaşanan insani duyguları utanç, sevinç, acı gibi çoğaltarak vermesi… Üç farklı durumda da bunu uygulamış Birkiye. Belki de duyguların açıkça ifade edilemediği kırsal kesimde koro aracığıyla yaşanan insani durumuna yönetmen böyle dikkat çekmek istemiş olabilir. Yerinde, dikkat çekici bir tercih. Deneyimli devlet tiyatrosu oyuncuları da rollerinde oldukça başarılı. Çehov’un gözünden, Mehmet Birkiye’nin kavrayışından bir yüzyıl önce de olsa kırsal yaşamı, oralarda olanları fark etmek, anlamak isteyenler için Vanya Dayı kaçırılmaması gereken bir oyun.