Sürekli feragat edenler için..
Buse GÜLİN
Gururuma biati daima hizmet saydı öfkem,
İnadım kölesidir duruşumun,
İnceldiği yerde çıkıp gidermiş insan,
Bu yüzden ben tüm çıkışları çimentoya boğdum.
Sevgi her zaman kurtulmaya ve uğruna kurtarılmaya açık, en yüksek manevi duygulardan biridir. İnsanoğlunun nankörlüğünden olsa gerek, köpürdü mü sular yüzmeyi bile denemiyoruz. Hemen kıyıya doğru bir koşuşturma başlıyor ve içinde olduğumuz suyu terk ediyoruz. Oysa ki, kum nankördür, su koruyucu. Ayak tabanınızı yakan sıcaklığın acısını, suyun merhametine bedeninizi bırakarak iyileştirirsiniz. Öyleyse, bizi iyileştiren şeylere karşı niye gaddarlık sergileriz?Dış dünyanın acımasızlığını önleyebildiğimiz yerden de kaçmak nankörlük değil mi?
İşte sevgi böyle bir ince ayrımın içerisinde var eder kendisini. Sevgi İyileştirir. Sevgi, dünyanın kirine rağmen; merhametle kuşatmayı öğretir. Biz ise, onun uğruna savaş vermeyi şu limitli faniliğimize çok görürüz. Yeryüzünün üstünde, maneviyatı ezebilecek ne hazine var ki? Neden ruhlarımıza dokunanı değil de, işimize yarayanı seçiyoruz? Dünya mıdır kalıcı olan? Yoksa insanlar mı? Materyaller midir sonsuz olan ? Yoksa ruhlar mı?
İnsanların bireysel olarak farklı dini inanış biçimleri veya felsefi bakış açıları olabilir. Aynı anda birbirinden değişken sonlara ve çizgi ötesi olgulara inanıyor olabiliriz fakat red edilmeye kapalı olan tek bir gerçeklik vardır ki sevgi somut dünyanın üzerinde en değerli erdemdir. Kişiyi her şekilde iyileştirip, kendini gerçekleştirebilmesi adına muazzam bir güç verir. Bu dünyada herkesin arkasını koruyacak bir müttefiğe ihtiyacı vardır. Biz, birbirimizden önce, kendimize sevgiyi seçeriz. Sevgi önce bizi güvende tutar sonra da kendimize seçtiğimiz kişiyi/kişileri.
Hepimiz bazı sembolik mesajları atlıyoruz. Kendi sınırlarımızı korumak adına açtığımız her savaşta, yanımızda ilkgard alan sevgidir. Savaşımıza hayran olup da gelenler, ondan sonra yanımızda sıralanırlar. Yani sevgisiz bir öz, insani anlamda çok fazla şey vaad edemez. Dünyanın tamamına sahip olsa da, hiçbir şey vaad edemez. Bu yüzden günlük rutinlerimizin arasında, zaten kazanmış olduklarımızı kaybetmeyi seçmemeliyiz. Kapitalizmin bize sunduğu yoğun hayatta kalma baskısı, sevdiğimiz insanlara hoyrat davranmayı hatta onları hırpalamayı normalmiş gibi geçirmemeli çünkü bu algı normal değil. Köreldikçe hassasiyet, bencillik bilinci esir alır. Her zaman işimiz olabilir. Nedense, içinde olduğumuz sistem sürekli bize sorumluluklar ve dayatmalar yüklemekle yetkilendirildi. 24 saat değil, 72 saat çalışsanızda, bitiremezsiniz bazı şeyleri. Görevler, sorumluluklar, size tanımlanan raporlar, okumanız gereken dokümanlar, imza atmanız gereken sayfalar hiç bitmeyecek. Neden sevdiklerimize bir aralık yaratamıyoruz? Her görevi başarılı şekilde yerine getirmek ve “her şeyi tamamlayabildim” tatminine erişmek neden bu kadar değerli? “Her şeyi tamamlayabilmek” için nelerden feragat ediyoruz? – Sevdiğimiz her şeyden ama başta bizi sevenlerden. Aslında günün sonunda sevginin kendisinden.
Derdime girişte kullandığım ilk paragrafa geri dönüyorum. Orada meselenin özünü tanımlayan, lirik bir tonda yazılmış betimleme vardı. Kum için suyu mu red ediyoruz? Su asileştiğinde de, canımızı yakan kuma geri dönüyoruz? Neden?
Yarattığım kelime oyununda, kumun modern hayatın kendisini, suyun da sevdiklerimizi temsil ettiğini ifade etmek istiyorum. Bu kaosun sistemine fazlasıyla dikkati çekebilmek için, iki tarafı da betimleyen somut ve nesnel olgular kullandım çünkü hayatın bizi yoran ve psikolojik açıdan tüketen baskısına bir şekilde daha fazla değer verdiğimiz görüşündeyim. Öyle ki, canımızı yaksa dahi, özel hayatımızı inatla öteleyip; yeri geldiğinde neredeyse sıfıra çekerek, işlerimizi- görevlerimizi öncelikli hale getiriyoruz. Üstüne üstlük bizi gaddarca hırpalayan sisteme gösterdiğimiz tolerans, bizimle kalmaya çalışan sevdiklerimiz için sergilenmiyor. Onları canımızı sıkan bir ton gereksiz yükümlülük( kariyer, statü, terfi vb.) için ihmal ediyoruz ve onlardan karşıt tepki gördüğümüzde, bunu anlamsız bularak; itinayla biçimlendirilmiş garip “yükler rutinine” tutunmaya devam ediyoruz. Yani suyu hiçleştirip, ayaklarımızın tabanını şiddetli şekilde ateşe veren kuma geri koşuyoruz. Burada yeniden sormak zorundayım. Ne için? İsimlerimizin önüne eklenecek ünvanlar? Adımıza tanımlanacak roller? Adımızın büyük büyük anons edileceği dikey yükselişler? Birbirimizi ne için kaybetmeyi seçiyoruz? Sevgiyi neden feda ediyoruz? Bir kez daha soruyorum: Sevgisiz bir beden en büyük başarılara sahip olsa bile, en başta kendisine ne verebilir?
Peki bir de şu perspektiften bakalım. Uzun süre sevgiyi hayatında barındırmamış birey, tüm kişisel tatmin güdüsünü besledikten sonra sevgisini vermeye istek duyduğunda, çevresinde kimi bulabilir? Kim o kadar uzun vadeli duygusal istismara direnebilir? – Kimse, hiç birimiz.
( Çünkü çok sevsekte tükeniriz.)
Kum için su feda edilmez. Yaralarınızı iyileştirecek tarafa sığınma şansınız varken, yara açana saplantı hiç beslenilmez. Aslında, düpedüz ayak tabanlarınız değerli diyorum. Ne onları yakacak kadar kumun üstünde kalın ne de suyu köpürtecek kadar gücendirin. Hayatta her şeyin bir dengesi vardır. Bireysel başarılara ya da beklentilere aşırı gömülüp, bağlarınızı ve sevdiklerinizi ilgisizliğe ve değersizlik hissine mahkum etmeyin. İş, hayatta olduğunuz sürece bitmeyecek. Hangi sektörde çalışırsanız çalışın, nerede yaşarsanız yaşayın, her zaman size mailler gelecek, yapmanız gereken şeyler liste halinde belirtilecek. Bunları tamamlamak adına tüm zamanınızı harcayıp, sizi seven insanları eksik bırakmayın. İş sadece iştir. İş yükü sistemin manipülasyonudur. Size lazım olanlar ise, hayatınıza kattığınız insanlardır. Bu yüzden denge önemlidir. Kariyer planlarınızla- sevdikleriniz arasında ki dengeyi iyi koruyun. Her gerektiğinde, sevdiklerinizi seçin. Tüm kariyer planları bozulur, yeniden inşa edilir. Tüm ünvanlar kaybedilir, yeniden kazanılır ama sevdiklerimiz bu tür sıçramalara ve değişimlere açık değildir. Duygusal yaralanmalar kalıcı izler bırakır ve çoğu zaman bağların toparlanmasına izin vermeyebilir. Daha da ötesi, her insana tanımlı bir ölüm var. Nefes alma sayısı tükenmiş birine, hiç ayırmadığınız zaman dilimi size dünyanın en büyük başarısını bile anlamsız kıldırabilir. Dönüp neler için kimleri feda ettiğimize bakmamız gerekiyor. Zaman tek fonksiyonludur. O hep ileri işler. Zaman sadece ileri işler.
Dünyada birbirimiz için varız. Sadece basit gerekliliklerimizi karşılayabilmek adına çalışmamız gerekiyordu. Bu düzenin mantığı – en azından kirlenmemiş versiyonunda- buydu. Bunu unutmayın. Hiçbir yüzyılda çalışma kavramı, bize sevdiklerimizi dahi öteletecek/ dışlatacak/ zaman ayırtmayacak kadar anlamlı olmadı çünkü anlam, insanlarla var oldu ve sadece onlarla sürdürülebilinir. Yazımı Amerikalı yazar Kurt Vonnegut ile bitirmek istedim. Kendisiyle bir çok açıdan eşleştiğimi söyleyebilirim özellikle kapitalizm ve çalışma takıntısı üzerine çok çarpıcı söylemleri bulunuyor. İçinde yaşadığımız global sisteme iyi bir bakış sağladığı göz ardı edilemez. Unutmayın! Büyük başarıları kutlamak için daima birileri gerekir. Şampanyalar tek kişi için patlatılmaz. Her biri için, onu paylaşacağımız kadehlere ihtiyacımız var çünkü şampanyalarda, başarılarda sevdiklerimiz olduğu sürece anlamlılar.
Sahneyi Kurt’e bırakıyorum:
“Enjoy the little things in life, for one day you may look back and realize they were the big things.”
“Hayattaki küçük şeylerin tadını çıkar; çünkü bir gün dönüp baktığında onların aslında büyük şeyler olduğunu fark edebilirsin.”
Sevgilerimle…